Devlet hayatında pembe baharlar olmaz; katı hakikatler aynen görülür ve gereği yapılır. Adını koymak lâzım ki Barış Süreci, Hüzün Süreci'ne döndü...
Barış müzakereleri yapıldığı, barış kalıcı olsun arayışları gündemde olduğu için üç yıla yakın bir zamandır, Türk-Kürt analar, babalar ağlamıyor, eşler dul kalmıyor, nişanlılar, sözlüler hüsrana uğramıyordu.
30 yıldan sonra gelen bu barış iklimini, bütün Türkiye sevmişti. En çok da Güney Doğu ve Doğulu vatandaşlar sevdiler. Bölgelerini turistler ziyaret ediyor, yatırımlar oluyor, kendileri, unuttukları yaylalarına çıkabiliyorlardı.
Barış Süreci'nin kalıcı olacağından neredeyse şüphe kalmamıştı. Herkes, bu inançtayken Kandil'dekiler farklı düşünüyordu. Onlar, ayrı hesaplar peşindeydiler. 2013 Nevruzunda Abdullah Öcalan, "silahlarınızı bırakarak sınır dışına çıkın!" çağrısı yaptığı halde bu çağrıya bugüne kadar uymamışlardı. Adı geçen, Kürtçü hareketin tabanı için liderdi. Dağdakiler içinse günü geçmiş bir adamdı. Bu sebeple sözlerine itibar etmiyorlardı. Hatta muhtemeldir ki kendilerine engel görüyorlardı. Dâvâyı sattığı görüşünde olmaları bile mümkün.
Bu sebeple Türkiye, 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine giderken PKK rahatsızlıklar vermeye başladı. "Ölmedik, buradayız, bizi hesaba katmadan bir şey yapamazsınız" dercesine eylemler içindeydi. Seçimlerin hemen öncesindeyse köylere mektuplar yolladılar. HDP dışında başka bir partiye oy çıkarsa hesap soracaklarını ihtar ediyorlardı. Bölgedeki seçimler dağın silah tehdidi altında yapıldı. Sandık güvenliği ve can güvenliği yoktu. Bu noktada idari boşluk kalmıştı. Bundan dolayı bazı yerlerde oylar seçmen sayısından fazla çıktı.