7 Eylül 2018 tarihinde yapılan
Tahran Zirvesi’nden 12 maddelik Sonuç Bildirgesi çıkmış fakat
Türkiye’nin bütün ısrarlarına rağmen ateşkes kararı alınmadığı için
bu zirve bizde hayal kırıklığına yol açmıştı.
Hatta sadece hayal kırıklığına
yol açmamış çok ciddi bir tedirginliğe de sebep olmuştu. Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan
Ruhani’nin “İdlib’de teröristler var” gerekçesiyle Cumhurbaşkanı
Erdoğan’la fikir birliğine varamamaları üzerine hemen zirve
sonrasında rejim topçusuyla Rus jetleri, İdlib’i bombalamaya
başlamışlardı.
Bu bombardımanlarla topçu
atışları bir yumuşatmaydı. Rejimin karadan yapacağı katliamın önü
açılıyordu. Moskova ve Tahran kara harekâtına yukarıdaki gerekçeyle
destek olurken Washington, Berlin, Paris, Londra “kimyevi silah
kullanılırsa müdahale ederiz!” diye abes açıklamalar yapıyorlardı.
İnsanlar, sanki kimyevi silahla ölür, diğer silahlarla ömür
kazanırlarmış!
Konuyu en ciddiye alan, Suriye
halkının derdiyle dertlenen tek devlet, Türkiye idi. İdlib’in
nüfusu 4 milyona dayanmıştı. Bir katliam endişesinden dolayı daha
şimdiden 40 bin kişi hududumuza gelmişti. Ankara, her ne kadar
muhtemel bir göç dalgasını Suriye topraklarında karşılamak için
çadır şehirler kurup her türlü tedbiri alsa da daha evvel 3 buçuk
mültecinin gelmesinde olduğu gibi uzun vadede bu tedbirler kalıcı
çözüm olmayacaktı. Türkiye, muhtemel dramı, diğer muhatapları gibi
AB ve BM’ye de anlatmaya çalışıyor fakat kimse ya bir şey anlamak
istemiyor veya işine geldiği kadarını anlıyordu. İdlib nüfusunun da
Türkiye’ye sığınmasıyla bizde her 10 kişiden biri mülteci olacaktı.
Hükûmet bu durumda ve bu defa mültecilere Avrupa kapılarını
açacağını mükerreren ikaz etti ama AB ve dünya sağır
rolündeydi.
Bu yüzden âdeta nefesler
tutulmuş; Beşar Esad’ın katliam için düğmeye basması
bekleniyordu.
Haber, tam da ümitlerin bitmeye
yaklaştığı bu anda geldi. Soçi’de Erdoğan-Putin görüşmesi olacaktı.
Buna dair talep, Sn. Erdoğan’dan Sn. Putin’e gitti ve tarafların 17
Eylül 2018 Günü Soçi’de buluşmaları kararlaştırıldı. Bu defa masada
sadece bu iki ülke liderleriyle onların kadroları
vardı.
Bu buluşmadan işe yarar bir şey
çıkacak mıydı? Vaziyet muğlaktı. Eğer, bu soru toplantı bitmeden
sorulsa çok da iyimser yorumlar yapılmazdı.
Ama aksi oldu. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın mevkidaşı Putin’e karşı elindeki her kozu ve dilindeki
her sözü kullandığı anlaşılıyor. Tabii ki içeride olan-biten her
şey dışarıya sızmıyor. Türkiye Cumhurbaşkanının muhatabına “Sn.
Putin, lütfen siz de başkaları gibi yapmayın. Onlar bir taraftan
bize stratejik ortağız derken diğer taraftan vatanımıza kasteden
teröristlere her türlü desteği veriyorlar. Tahran’da ateşkes kararı
alınamadı; lakin kâğıda dercedilen maddelerin daha mürekkebi
kurumadan Beşar Esad’ı koruma adına İdlib bombalandı. Bu şehrin
akıbeti, Halepçe’yi vadediyor. İdlib’de yaşanacak bir kıyım, bütün
bölgeyi ateşe verecektir. Bundan dostluğumuz da büyük yara
alır...”
Cumhurbaşkanımız, bu, yahut
buna yakın sözleri , Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü Zaferi’ni
kutlama merasiminden bir gün sonra Soçi’de
söylüyordu.
Sonuçta o masada hakikat,
vicdan, aklıselim ve dostluk galip geldi. Böylece mağdur İdlib
halkı, bölge ve dünyada derin bir nefes aldı.
İki garantör devletin imzasını
taşıtan 17 Eylül 2018 tarihli kararın muhtevası
şöyledir:
1-Rusya ve rejim kuvvetleri
İdlib’e bir harekât yapmayacaklardır. 2-Muhaliflerle rejim
kuvvetleri arasında 15-20 km’lik silahtan arındırılmış bir Güvenli
Bölge oluşturularak Türk ve Rus askeri burada ortak devriye nöbeti
tutacaktır. 3-Ağır silahlar, İdlib’den çıkarılacaktır. 4-Radikal
unsurların bölgede herhangi bir faaliyette bulunmasına müsaade
edilmeyecektir.
Ayrıca; Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Suriye’de yeni bir anayasa yapılarak seçime gidilmesini ve kimin
işbaşına geleceğine halkın karar vermesini bir kere daha dile
getirmiştir. O hâlde hâkim ve milletlerarası müşahitler teminatıyla
yapılacak bir seçimden Beşar Esad bir kere daha çıkarsa buna bir
şey denmeyeceği görülmektedir.
Türkiye liderinin bir başka
teklifi ise diğerinden de önemlidir. Cumhurbaşkanı, Soçi’den bütün
taraflara seslenerek “gelin Suriye’den hep beraber çıkalım!”
dedi.
Fakat buna asla yanaşmazlar.
Onların döktüğü timsahın gözyaşlarıdır. Sn. Erdoğan’ın “Suriye’nin
geleceği için asıl tehlike idlib değil, Fırat’ın doğusundaki terör
örgütleridir!” işareti ise buraya dair rahatsızlığımıza Beyazsaray
ve dünyanın dikkatini çekmek içindir.
Netice itibariyle Soçi
buluşmasıyla sadece İdlib değil, Türk-Rus dostluğu da kazandı.
Amerika’yla zaten devriye tutuyorduk. Şimdi Rusya ile de “silah
arkadaşlığımız” olacak. Belki de Moskova, bizi buna mecbur etmek
için ateşkese yanaşmamıştı. Bu defa devre dışı kalan Tahran’ın
hesabıysa farklı olabilir.
Bu gündelik gerçeklerden başka
bir de tarihî gerçekler var. 1-Kimler ve kimler, hangi bin
kilometrelerden gelip daha dün vilayetimiz olan toprakları pay
etmekle meşgullenir. 2-Kuzeydoğu Karadeniz’de bir sahil şehri olan
Soçi, 1828-29 Türk-Rus Harbine kadar Osmanlı toprağıydı. Burada
Abhaz, Ubıh ve Adıgeler yaşardı. Bugünkü Soçi, Ubıhya ile kısmen
Çerkezya’nın topraklarındadır.
Manzara o ki 1828’de
kaybettiğimiz bir şehirde 1918’de kaybettiğimiz bir şehrin hâl ve
istikbalini kurmaya çalışıyoruz.