Mevzumuz şu iki harfli, üç
harfli devletlerle devletlerarası kurumlardır. AB, AK, BM, NATO,
ABD, BK ve benzerleri. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Birleşmiş
Milletler, Kuzey Atlantik Andlaşması, Amerika Birleşik Devletleri
ve Birleşik Krallık üst kimlikli İngiltere.
Öncesini orada bırakalım;
1950’den beri bunların hangisinden ne hayır gördük? Avrupa
Konseyi’nin kurucu ortağıyız ama rüzgâr esse AP-Avrupa Parlamentosu
aleyhimize karar alır, bölücü teröristler burada el üstünde
tutulur.
AB, bizim için bir yılan
hikâyesidir. Eski Sovyet peyklerini birkaç yıl içinde birliğe dâhil
ettikleri hâlde Türkiye, yarım asrı aşkın bir zamandır oyalanmakta.
BM, yalnızca bizim için değil, 5 devlet dışındaki bütün devletler
için haksız bir mekanizmayla çalışan bağımlı bir kuruluştur ve
mutlaka feshedilip adil şekilde tekrar tesis edilmesi
gerekmektedir. NATO’ya kanımızla bedel ödeyerek girdik. II. Dünya
Harbi şartlarında devrin Türkiye yöneticileri öyle ürkütülmüştü ki
Sovyetler, bir başka ifadeyle Rus emperyalizmine karşı NATO kalkanı
şart olarak görülmüştü. Bir tarafta Stalin’in Kars, Ardahan ve
Boğazları isteme zorbalığı, diğer tarafta bu istekleri köpürten
Amerikan taktikleri, NATO’yu vazgeçilmez kılıyordu.
ABD ile bu devletin Süper Güç
olarak cihan sahnesine çıktığı 1945’ten bu yana güya stratejik
ortağız. Ama bu 75 yıl içinde 75 kuruşluk faydasını görmedik. NATO
silahı diye bozuk demir yığınlarını vermesi, süt tozu ikramı ve
“Barış Gönüllüsü” adı altında okullarımızı misyonerlerle doldurması
dışında ne yaptı? Bunların dışında Amerikan müziği, Amerikan
modası, Amerikan kolası, sineması vs. vs... hayranlığı ile gafil
yüreklerde Amerikan hayranlığı uyandırdı ve memleketimizi birçok
yer gibi açık pazar olarak kullandı. Bir de birçok askerî darbeye
yönetmenlik yaptı. Onun için aslolan biz değil, İsrail’in varlık
teminatıydı. Türkiye buna yaradığı kadar değerliydi.
UK veya Türkçesiyle BK yani
Britanya Krallığı ise Osmanlının celladı, İslâm’ın yol kesicisi,
İslam itikadının tahripçisidir. Karda yürüyüp izini belli etmez,
saman altından su yürütür, esasında darbelerde birinci yönetmendir.
Washington, Londra’yı değil, Londra Washington’ı sevk ve idare
eder. Lisanını dünyanın vazgeçilemez dili yapabilmiştir. Sanki
masonluğun devlet hâlini almış şeklidir. Kendini Erken Cumhuriyet
kadrolarını işbaşına getiren güç olarak görür.
Onlar öyledir de diğerleri çok
mu farklı?