17 yıldır AK Partiyi işbaşında tutan Türk milleti, bu zaman zarfında genel, mahallî, erken, cumhurbaşkanlığı gibi her nev’i seçimle referandumda partisine değil Recep Tayyip Erdoğan’a oy verdi...
Milletimiz, Recep Tayyip Erdoğan’ın samimi dindarlığına inandığı, Ulubatlı Hasan cesaretine güvendiği, hitabetine hayran olduğu, çalışkanlığını takdir ettiği için 17 sene boyunca O’nu tekrar ve tekrar seçti.
İşbu tesbitimizden çıkan gerçek şudur ki Tayyip Erdoğan, bugün partisini bırakıp yeni bir parti kuracak olsa o parti, en az AK Parti kadar rey alarak iktidar olur. Bu cümleden çıkan hakikatse daha başkadır. Demek oluyor ki AK Parti hâlâ müesseseleşmemiştir. Teşkilatlanmak başka bir şey, müesseseleşmek başka bir şeydir. DP/Demokrat Parti’nin, AP/Adalet Partisi’nin, ANAP/Anavatan Partisinin de teşkilatları vardı. İl, ilçe, belediye, hatta köylere kadar girmişlerdi. Ama bu partiler, şu veya bu sebeple zamana dayanamadılar. Haydi çok hazin bir hatimeden dolayı DP’yi bir kenara bırakalım; eğer, muhtıra ve darbeler, zamana dayanamamaya sebep olarak gösterilirse 12 Mart Muhtırası, TBMM’ne verildi. CHP de AP gibi etkilendi ve o sarsıntıyla genel başkan değişikliği de yaşadı. 12 Eylül, zaten bütün partileri lağvetti. Bir zaman sonra MHP ve CHP ayağa kalkarak kaldıkları yerden devam ettiler. ANAP, 12 Eylül darbesinden sonra doğdu, büyük hizmetler yaptı; Mesut Yılmaz ANAP’ı olarak 28 Şubat’a ortak oldu, vatandaş, seçimde sandığa gömdü. AP, DYP oldu. Demirel’den sonra ancak bir süre Çiller ile gidebildi. 28 Şubat zorbalığıyla muhafazakâr çevreler çok azap yaşadılar. Bu doğru. Ancak şu da doğru; 28 Şubat şerri, AK Parti diye yerli bir hareketin çıkmasına vesile oldu.
DP, Menderes’in AP/DYP Demirel’in, ANAP Turgut Özal’ın şahsıyla özdeşleştikleri, fikrî hareketten kitle olmaya dönüştükleri için liderlerinin önden çekilmesi üzerine DP hariç eski rüzgârla bir süre gitseler de rüzgârın durması üzerine yere inen paraşüt gibi söndüler. Bülent Ecevit’in DSP’si de bu cümledendir.
MHP, CHP, HDP kaç genel başkan değiştirirse değiştirsin; kaç tabela yenilerse yenilesin taşıdıkları misyonu temsilen partidirler. AK Partinin, yarınlara kalacak bir parti olup olmadığı -Allah hayrlı çok ömürler versin- Tayyip Bey’den sonra belli olacaktır. Hâlbuki Sn. Erdoğan, AK Parti için “davam, aşkım, sevdam” diyor. Yarın kaygısından olsa gerektir ki Cumhurbaşkanlığına seçildiği hâlde tekrar partisinin başına geçerek bütün ipleri eline aldı. Bu, yukarıdaki üç kelimenin birincisi olan “dava” sebebiyledir. Davalar, fanileri aşmalı. Varoluşundaki gaye itibarıyla AK Parti, bir dava partisidir. Bu dava, kısır ideolojilerden biri değil i’layı kelimetullahtır. Şanlı Peygamber’in, inşa ettiği, İslam kahramanlarının güttüğü, Alparslan’ın, Fatih’in, Abdülhamid Han’ın takip ettiği, Mehmetçiğin yedi cephe ile İstiklal Harbinde uğruna şehid düştüğü Büyük Dava. O, ecdadın dilinde “ya devlet başa, ya kuzgun leşe!” diye yiğit bir sese dönüşmüştür. Tayyip Erdoğan, bu inancın adamıdır. Uçağa binip darbecilere doğru uçması da, günde sekiz ayrı yerde miting yaptıktan sonra yorgunluğu kendine yasak ederek TV ekranına çıkması da bundandır. Cumhurbaşkanı, şüphesiz ki liderdir ve hüsni zannımız odur ki Fatih’in “kuru kavga ve cihangirlik” için değil, Allah rızası için yaşamak gerektiğine dair koyduğu ölçüyü bütün kalbiyle benimseyerek kendine hayat düsturu edinmiştir.
Önceki dönemlerden beri sürüp gelen siyasi ve askerî kargaşa III. Selim ve II. Mahmud devirlerinde daha bir alevlenmiş ve sahile vuran dalgalar misali iki asır boyunca devlet duvarlarını döve döve zararlara sebep olmuştur.