Müstemlekecilerin daha doğrusu bu iklimin oburu İngilizlerin "Orta Doğu" dediği gönül vatanımızın ana omurgası olan toprakları, çok kimsenin göz koyup rahatsız ettiği alımlı bir genç kıza benzetebiliriz.
Kızın rahatsız edilmesinde ne kendisinin ve ne de güzelliğinin kusuru vardır. Ceza hukuku ölçüsüyle değerlendirirsek kusur, hatta kabahat da değil cürüm yani suç, iffet sahibi o kızı rahatsız eden eşkıyanındır.
Orta Doğu için zaman zaman "bataklık" tabiri kullanılmakta. Bunu ilk defa şom ağızlı batılılar söyledi. Bizdeki körü körüne batı mukallidi yabancılaşmış aydınlar da lafı havada kaptılar.
Bu iklim, asırlar boyu bataklık olmadı da I. Dünya Harbi'nden bu yana mı bataklık oldu? Bu iklim dünya kurulalı beri medeniyetler merkezidir. Resuller, Nebiler, âlimler, veliler, şehidler, edep, edebiyat ve kültür merkezidir. Bunlara zemin olmuş şehirlerden aklımıza ilk ânda gelenleri bir çırpıda şöylece sayabiliriz:
Harput, Mardin, Urfa, Diyarbakır, Halep, Şam, Kudüs, Musul, Bağdat, Isfahan ve daha en az bunların iki katı sayıdaki yerin her biri bir dönemde bazen arka arkaya medeniyetlere beşik olmuş, orada doğan ve gelişen bu medeniyet eserleri, insanlığın ortak birikimi hâline gelmiştir. Orta Doğu ve elbette bütün Anadolu, Asya, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Orta Afrika, Balkanlar, Orta Avrupa ve Endülüs ilim, irfan, mimari ve el sanatlarıyla, nakış nakış işlenmiştir.
İslâm medeniyeti olmasaydı bugün dünya, ilim ve irfan bakımından ne kadar fakir olurdu. Dahası; göz kamaştıran akıl durduran o eserler olmasaydı bugün, Moskova, Berlin, Paris, Londra, Madrid, Lizbon, Roma, New York gibi müzeler teşhir edecek eser sıkıntısı çekerlerdi. Saydığımız müzeler, Osmanlı Coğrafyası, Buhara Coğrafyası, Babür Coğrafyası, Mâverâ'ün Nehir Coğrafyası, Mezopotamya Coğrafyası, Endülüs Coğrafyası, Kuzey Afrika Coğrafyası gibi İslâm mührünün, nakışının ve kalbinin var olduğu mekânlardan çalınmış çiniden kapıya, Mushaf-ı şeriften el yazması kitaplara, harp malzemelerine kadar binlerce tarihî eserle doludur.