"Petrol varsa huzur
yok!" derken "aman petrolümüz olmasın, ondan uzak
duralım!" demek istemiyoruz. Maksadımız, fiilî, tarihî
ve sosyolojik bir gerçeğe işaret etmektir.
Merhum Turgut Özal, Türkiye’nin
önünde yeni ufuklar açan insandır. Bir keresinde şöyle
demişti: “İyi ki petrolümüz yok, aksi hâlde petrolü olan
milletler gibi biz de tembel olurduk!”
Bu söze iştirak edilir veya
edilmez ama farklılığı inkâr edilemez. Nitekim tarihî seyir
ve sosyolojik vakıa bu sözü doğrulamakta. Merhum Cumhurbaşkanı, bu
fikrini paylaşırken herhâlde her petrole sahip olan memleketi
kastetmiyordu. Onun kastı daha ziyade Orta Doğu coğrafyası
olmalı.
Bir başka ifadeyle biz, bugün G
20’ler denilen dünyanın en gelişmiş 20 ekonomik gücü arasında
16-17. sıralardaysak bunda, petrolden mahrumluğun sevk ettiği yeni
imkânlar arama mecburiyetinin büyük payı vardır. İnşaat, tekstil,
turizm, sağlık, savunma sanayii… gibi sektörlerde kalkınmış
ülkelerle yarışır seviyeye yükselmemiz mirasyedi olmamamızdan ileri
gelmektedir. Bugün bir devlet, hem petrole sahip ve hem de geri
kalmışsa felaketle baş başa demektir. Böyle devletler ya Suriye ve
Irak örneklerinde olduğu gibi birkaç sömürgeci devlet
tarafından paylaşılmakta veya Suudi Arabistan ve körfez
örneklerinde olduğu gibi vesayet altına alınmakta, yahut
İran’da olduğu gibi direnen düşman olarak hedefe oturtulmaktadır.
Venezuela da İran benzeridir.
Suriye’ye bu zaviyeden de
bakılması gerekir. Suriye’de yaşanan son olaylar çok tazedir. Bu
sebeple tafsilatlı hatırlatmaya ihtiyaç yok. Bir cümleyle söylemek
gerekirse vaziyet şudur: ABD ve Rusya, Türkiye ile mutabakat
yaptılar. Buna göre terör devleti projesi çökmüştür.
ABD, Fırat’ın doğusunda, Rusya,
batısında YPG’nin Türkiye sınırından 30 küsur km derinliğe
gerilemesinin teminatını Ankara’ya vermişlerdir. Denilen odur ki
adı geçen terör örgütü, bu mutabakatlardan hemen sonra
da Türkiye hududundan uzaklaşmaya başlamıştır. Ne var ki
gelişmeler bu haberi tamamıyla doğrulamıyor. Taciz saldırıları
yüzünden şehid bile veriyoruz.