CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’nun başından uzaklaştırmak için “gel buraya Muharrem!”
diye aşağılayarak kerhen cumhurbaşkanı adayı gösterdiği Muharrem
İnce, sansasyonlarla dikkati üzerine çekip seçmenin gözüne girmek
istiyor.
İşte tam da o vak’ayı
nakletmenin zamanıdır:
Devir, CHP’nin Tek Parti
devridir. Vakit akşama yaklaşırken bir köylü vatandaş, yolda fötr
şapkalı, papyonlu, tiril tiril ütülü elbiseli monşer tipli yarı
Türk-yarı Fransız bir bay’dan “bey, ataşın var mı?” diye ateş
ister. Tek Parti döneminde hem sigarayı hem kibriti, hele çakmağı
bir arada bulmak kolay mı? Ekmeğin karneyle satıldığı günlerdir.
“Muhtar çakmağı”na varmak için bile en az 30 seneye ihtiyaç vardır.
Bu sırada sigara köylümüzün dudaklarındadır. Fötrlü, papyonlu
bayınsa elinde el feneri bulunmaktadır. Ateş sorulunca elindeki
fenerin ışığını yakarak, karşısındakinin sigarasına tutar.
Sahte bir ciddiyet ve sahte bir samimiyet içindedir. Köylü
sigarasını tutuşturmak için fenerin ışığından derin derin çeker.
Fenerin sahibi tutmaya, köylü çekmeye devam ederler. Bir zaman
geçtikten sonra ayrılırlar.
Tabiî ki sigara yanmamış ancak
karşılıklı hesaplar yaşanmıştır. Monşer tipli, halktan kopuk aydın,
belki de kalıp, kılık ve kıyafetine bakmadan köylünün kendisinden
ateş sorma cesaretiyle alay etmek için onu işletmiştir. Feneri
sigarasına tutarken köylünün fenerden, pilden habersiz olduğunu
sanmaktadır. Oysa muhatabını asıl işleten, avurtları çökmüş,
kasketinin yırtığından pamuklar çıkan köylüdür. Köylünün kıyafeti
böyledir ama ariftir, uyanıktır. Karşısındaki feneri, sigarasına
tuttuğu ân, onun hinliğini anlayarak kasten uzun uzadıya sigarasını
yakmaya çalışmıştır. Bu esnada içinden de “sen, beni adam yerine
koymuyorsun ama pilin boşa gittiğinin farkında olmayacak
kadar da gafilsin!” diye kıs kıs gülmektedir...
Muharrem İnce, bir şovmen gibi
sesini yükseltiyor, eliyle-koluyla bağırıp çağırıyor, günümüz
Türkiye’sine hitap etmediği hâlde kasket takıyor, heveskâr edalarla
bisiklete biniyor, bekârın karı boşama kolaylığıyla devlete mal
olmuş dev projeleri yıkacağını veya iptal edeceğini söylüyor, bir
gün hayırlı olsun diye misafiri olduğu diğer adaya ertesi gün
ağzına geleni sayıyor, en acısı Montrö’nün ne olduğunu bilmeden
İstanbul Kanalı’na dair sorumsuz laflar ediyor. Bugüne
kadarki bütün yaptıkları, sahne oyunu ve bol bol tenkittir.
Kendinin proje, plan ve teklifleri yok. Sadece “ben cumhurbaşkanı
olursam şunu yıkacağım, bunu iptal edeceğim!” diyor.
Bunları derken de cerbeze ve
sansasyondan medet umuyor. Sanıyor ki seçmen, dünyadan gafil, doğru
ile yanlışı ayıracak ehliyette değil. Hâlbuki bizim seçmen,
“çarıklı erkân-ı harp” olduğu dönemden bu yana gerektiğinde
politikacıları işletir fakat aklıselimden şaşmaz. Çarıklı erkân-ı
harp, “ayağı çarıklı kurmay” demek. Çarıklı erkân-ı harp,
Osman Bölükbaşı’nın da konuşmalarını dinlemek,
hicivlerini duymak ve nüktelerine gülmek için mitinglerini
hıncahınç doldurur fakat sıra sandığa gelince reyini Adnan
Menderes’e verirmiş. Biz, son zamanlarına yetiştik. MP Genel
Başkanı Bölükbaşı, boş konuşmazdı. Nükteleri seviyeliydi. Ağzından
çıkanı kulağı duyardı. Muharrem İnce ise -maalesef- ağız dolusu
söylüyor. Buna son örnek Korg. İsmail Metin Temel’in
apoletlerini sökme hakareti. Bu gürlemesiyle o yıkma, iptal etme
laf dizisine bir de “sökme” kelimesi eklemiş olmakta. Rütbeyi
taşıyan omuzdaki kumaş parçasını, seçimle gelmiş bir cumhurbaşkanı
nasıl sökermiş? Yoksa cumhurbaşkanı olduğunda hukuku da mı
iptal edecektir? Rütbeyi ancak mahkeme kararı, geri
alabilir.
Bize kalırsa Sn. İnce,
cumhurbaşkanı seçilemeyeceğine, Sn. Erdoğan’ın birinci turda yarışı
kazanacağına inanmaktadır. O böyle popüler tavırlar, bol keseden
laflarla partisinden daha fazla oy almaya oynamaktadır. Eğer
partisine yakın veya partisinden fazla oy alırsa 24 Haziran’dan
sonra CHP’de genel başkanlık kavgası kaçınılmazdır. Kim galip
gelirse diğeri CHP’de kalamaz. Fakat bu politikacının akıllı
düşmanlık yaptığı Temel Paşa’ya Genelkurmay Başkanlığı yolu
açılmışa benzemektedir. Bizim geleneklerimizde mağdur
taçlandırılır.
Siyaset mezarlığı, adı-sanı
unutulmuş, bulutlardan-denizlere-oradan dağlara tırmanan
mübalağalı, bol vaadli, cerbezeli politikacılarla
doludur.
Bugün ne Halkçı Partili Necdet
Calp hatırlanır, ne Genç Parti Başkanı Cem Uzan. Ne kendileri ne
partileri hatırlanır. Cem Uzan, Muharrem İnce’den on kat fazla ter
döküyordu, vaadleri de öyle. Ne var ki Bursa mitinginde
karşısındaki kalabalığı görüp de kendini kaybedince AK Parti Genel
Başkanı Tayyip Erdoğan’a “Allahsız!” deme talihsizliğine
düştü ve bitti.
Bir kelimeyle aziz olunur, bir
kelimeyle zelil olunur.
Tecrübesi
pahalıdır…