"Siyâset", bir işe hâkim olma,
çekip çevirme, sevk ve idare etme demektir.
Tanzimat’tan sonra münevverler,
Frenkçe; Cumhuriyetten sonra da aydınlar, önce Frenkçe sonra
İngilizce kelimeleri konuşmalarına katarak âdeta melez veya şu
aralar Türkçeye yeni sızan bir kelimeyle söylemek icap ederse
“hibrit” bir lisanla konuşma hastalığına kapıldıkları için
siyâset yerine edip “politika” demeyi tercih ettiler.
Fakat tutmadı; bizim millet,
aslında eş anlamlı bu kelimelerden siyâsete farklı politikaya
farklı gözle baktı. Siyâset bildiğimiz siyâsettir. Onu yapana da
siyâsetçi denir. Politika ve politikacı kelimeleri, siyaseti
-en hafif söyleyişle- suiistimal edenler için kullanılmakta.
Esasında ahlâk tektir ve o da
İslâm ahlâkıdır. İslâm ahlâkı da anlaşıldığı gibi ilâhî kaynaklara
yani âyet, hadis, ulemanın hükmü ve kelâm-ı kibara dayanır. Bundan
dolayı ticaret ahlâkı, eğitim ahlâkı, hukuk ahlâkı…. diye
mesleklerin ahlâkları sayıldığında bu meslek mensuplarının
ilâhî teraziye yakınlık ve uzaklıklarına işaret edilmektedir.
Siyâset, yahut politika, meslek
değildir. San’at da değildir. Ancak, siyâset ve politika ahlâkı
üzerine ve bu isimde Doğu’da ve Batı’da eserler kaleme alınmıştır.
Siyâset, meslek değildir ama siyasetçi hiçbir meslek
mensubunun yapamayacağı kadar mensubu olduğu memlekette hatta bazen
dünya çapında hâl ve istikbâle yani bugüne ve meçhul yarınlara etki
edebilmektedir. Siyâset ve onun tatbik mevkileri milletvekilliği,
bakanlık, hizmet dallarıdır. Ahlâklı, iyi yetişmiş, tefekkür
edebilen, ufuklu, haysiyetli ve şahsiyetli siyâsetçi bir devlet ve
millet için büyük talihtir. “Siyâset ahlâkı netice itibarıyla ilâhî
mecraya, İslâm ahlâkına dayanır” dedik. İslâm ahlâkını meydana
getiren aslî unsurlardan biri vefâdır. Diğeri hakîkate sadakattir,
diğeri sözünde durmaktır, öbürü samimi olmak, riyakârlık
yapmamaktır, daha başkası hakkı teslim etmektir, bir diğeri kendini
muhakeme ve muhasebeye tabi tutmak ve liyakatinin üstünde olan yere
talip olmamak, haddini bilmektir.
Bunların ne kadarının
siyâsetçide olduğu herkesçe malûmdur. Vefâ, bâzı siyâsetçilere
sanki küsmüştür. Aleyhine bile olsa hakkı teslim eden siyâsetçi,
bir asırda belki beş-on kişi çıkar. Onların azlığının aksine
iyi gün dostları, fırsatçılar, ikiyüzlüler, övücüler ve
benzerleri yığınla mevcuttur. İyi siyâsetçi ağırlık
kazanamayınca siyâsette müesseseleşme olamıyor. O zaman ara-sıra
bir lider çıkmakta, o varken eksiği-fazlasıyla bazı şeyler
yapılmakta, gidince de yeniden başa dönülmektedir. Seviyeli
siyâsetçi yetişmesinin esas imkânlarından biri, lidere
bağlıdır. Lider, genel başkan, yakınına hoşuna gidenleri değil,
doğruyu söyleyenleri alabilmelidir. Yerini kaybetme pahasına
da olsa doğruyu söyleyenler, lideri satmaz, ardından kuyu
kazmaz. Siyâseti, çevre yapıp yakınlarına ihale almak için, dar
gelirli zar-zor geçinirken yüksek emeklilik maaşına kavuşmak
için, kısacası dünyalık için değil de Allah rızası için,
Allah’ın kullarına hizmet için yapan siyâsetçiler her devrin
değerleridir. Onlar, hayırla yâd edilirler…