Rahim Er Türkiye Gazetesi

SON SİLAH!

Masonlar, siyonistler ve ehli salip, 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanıyla Türkiye’ye derin müdahalede bulunarak milletimizin genlerini değiştirme sürecini başlattılar. 3 Kasım 2002’den bu yana onların biçtiği...

25 Mayıs 2018 | 205 okunma
Masonlar, siyonistler ve ehli salip, 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanıyla Türkiye’ye derin müdahalede bulunarak milletimizin genlerini değiştirme sürecini başlattılar. 3 Kasım 2002’den bu yana onların biçtiği elbise, çizdiği yol ve tanzim ettiği dünya görüşünün dışına çıkmış bulunmaktayız. Diğer laik ülkelerde laiklik, aslıyla ne ise odur. Fakat, Türkiye’ye laikliği dinsizlik olarak yerleştirmeye çalıştılar. Tek Parti uygulamalarında, 28 Şubat faşizminde yaşanan budur.
3 Kasım 1839-3 Kasım 2002 arasında içeriden devşirdikleri küçük adamlarla birlikte vesayetlerine aldıkları bir Türkiye şekillendirme çabasındaydılar. Zahiren bağımsız esasta ise özünden kopmuş, masonların, Kraliçe’nin güdümünde bir devlet ve bu devletin kendisi gibi mazisiyle, özüyle, alâkası kalmamış, kalbi boşaltılmış vatandaşları…
İslâm’ın bin yıllık Sancaktarı’ndan zalimce intikam alınıyordu. Bu plan, bir buçuk asır boyunca en sinsi ve en ağır şekilde tatbik edildi. Önce Düyun-ı Umumiye, sonra da IMF ile tesis edilen para politikaları. Dış merkezlerden bakan tayin etmeler, darbelerle fabrika ayarlarına çekmeler. Bu Türkiye’nin milIî geliri düşüktü, dünyada itibarı yoktu. Türklere tanınan en büyük imtiyaz, Avrupa şehirlerinde işçi olarak çalışıp sokakları süpürmekti.
14 Mayıs 1950 seçim zaferine Beyaz İhtilâl denmişti
3 Kasım 2002 Anadolu İhtilalidir.
Bu millet, 14 Mayıs 1950’de “yeter söz milletindir!” diye Tek Parti zorbalığına karşı ayağa kalkmış, 6 Kasım 1983’te dört eğilimi toparlayarak kardeşliği pekiştirmiş, 3 Kasım 2002’de ise “yeter, söz de karar da milletindir” diyerek 2023 ve 2071 Hedeflerine doğru kutlu bir yürüyüşe başlamıştı. Bu yürüyüşle yollar, tüneller, köprüler, geçitler, hava meydanları, hızlı trenler, sağlıktaki inanılmaz hamleler, herkesin ev sahibi olması gibi asırlık hizmetler gerçekleştirildi. Enflasyon, yüzde 70’lerden aşağıya çekildi. IMF mahkûmiyetine son verildi.
Önce gidenlerden de dinlediğimiz gibi 1992’deki ilk Amerika ziyaretimizde biz de yaşamıştık. Türkiyeliyim deyince “Türkiye nerede?” sorusuna muhatap olmuştuk. 2017’de ise Washington’da insanlar İstanbul’un semtlerini, mağazalarını sayıyorlardı. Bu Türkiye istenmezdi. Sultan Abdülaziz’in tahttan devrilmesindeki sebeplerden biri, dış borçları ödemeye başlamasıdır. Hâlbuki faiz lobisi, bugün olduğu gibi o gün de borç verip sürekli sağmak istiyordu. Kalkınan, büyüyen ve bölge gücü hâline gelen bu Türkiye, malum çevreleri rahatsız ediyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2009’da Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e “one minute!!!” dediği akşam emekli büyükelçilerimiz ekranlarda aynen şunu demişlerdi: “Türkiye artık bitti!” Türkiye, aksine daha da güçlendi vesayet prangalarını kırıp müstakil hâle geldi. İttihadçılar, bir moda olarak hürriyetin lafını ediyorlardı. Şimdi ise hürriyetin kendisi gelmişti. Hür, bağımsız ve itibarlı bir Türkiye doğmuş ve bu devlet yalnızca kendi vatandaşlarının değil ümmetin de ümidi olmuştu.
Bu yürüyüşü 15 Temmuz ihanetiyle durdurmak istediler. Yeniden şahsiyetine kavuşmuş Türk milleti, bu defa tankları görünce evine kapanmadı, o tankların üstüne yürüdü, jetleri çaresiz bıraktı ve lideri Erdoğan’la Yeşilköy hava meydanında buluşarak darbeyi püskürttü.
15 Temmuz sonrası FETÖ’cü ajanların ordu, polis, yargı gibi kurumlardan ayıklanmasıyla buralar daha bir sağlamlaştı. Şimdi ASELSAN başta olmak yerli kuruluşlarımızla millî harp ihtiyaçlarımızı yapıyor, bazılarını ihraç da ediyoruz. Böylece Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtıyla Suriye’de aleyhimize kurulan oyunu bozduk. DEAŞ tiyatrosuna son verdik. Artık Batılı başkentlere mahkûm bir Ankara yoktur. İstediği zaman istediği devletle iş tutan bir Ankara vardır. Bu başkentin iradesi, o atıl ve sesi soluğu çıkmayan İİT’yi bile harekete geçirip BM’den Filistin lehine karar çıkartabildi.
15 Temmuz’da darbe teşebbüsüne maruz kalan Türkiye, 2017’de yüzde 7 kalkınma hızını yakalamış, Montrö Sözleşmesini en azından tartışmaya açacak olan asrın yatırımı İstanbul kanalı için kolları sıvamıştı. Bu Türkiye’nin liderleri, 2023’ü bile beklemeden artık Küresel Güç hâline geldiğimizi haber veriyorlardı.
Mason, siyon ve haçlı dünyası, iyice huylanmıştı.
3 Kasım 1839’dan beri yaptıkları boşa gidiyordu.
Bu Türkiye, sadece maddi kalkınmayı yakalamamıştı. Taksim’e cami de yapmışlardı. Her AVM’de mescid açılmıştı. Bu gidişle Ayasofya’yı da ibadete açarlardı. Bu sebeple iş birliği yaptıklarıyla ortaklaşa çalışarak her imkânı kullanıp 3 Kasım 2019’a kadar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı silmek istediler. Ancak bu plan, Sn. Devlet Bahçeli’nin tehlikeyi görerek erken seçim teklif etmesi, Cumhurbaşkanı Sn. Tayyip Erdoğan’ın da kabul etmesi ve Cumhur İttifakı kurulması üzerine oyunları bozuldu. Aynı çevreler, bunun üzerine bir cumhurbaşkanlığı çatı adayı çıkartarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yolunu kesmek istediler. Ancak bu da hüsranla bitti.
Masonlar, Siyonlar, Haçlılar, IMF’ciler, Mandacılar, FETÖ’cüler, Esadçılar, Ahmaklar, Bölücüler ve yerli işbirlikçileri, bunun üzerine son silahlarını çektiler.
Türkiye düşmanlarının son silahı:
Dolardır,
Avrodur,
Dövizdir.
Bunlar, doğrudan doğruya vatandaşın bütçesini ilgilendirmektedir. Şimdi vatandaşın canını yakarak milletle Cumhurbaşkanı arasındaki sağlam köprüleri kundaklamak istiyorlar. Bu yapılan, bu defa jetle, tankla değil, dolarla avroyla darbe yapma isteğidir.
Bunlar yaşanırken Le Point adındaki Fransız dergisinin de bu hafta Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının resmini kapak yapıp üstüne “le dictateur” yazması tesadüf olabilir mi?
Aynı merkezler, 110 sene evvel de aynı kelimeyle Abdülhamid Hân’a saldırıyorlardı. Avrupa, diktatör, Tevfik Fikretler, Resneli Niyaziler ve daha niceleri “de müstebit” diyorlardı.
Bunlar, Sultan Abdülaziz’i katlettiler, Sultan Abdülhamid’i sürgün ettiler, Adnan Menderes’i astılar, Turgut Özal’ı yalnızlığa mahkûm ettiler, Necmettin Erbakan’ın üstüne cuntacılar, kirli sermaye ve besleme basınla saldırıp düşürdüler.
Buna rağmen Allah’a şükür ki bugün daha güçlüyüz.
Recep Tayyip Erdoğan’ı hesaba katmamışlardı. Zira onlara göre O’nu “muhtar bile yapmazlar”dı. Bilmiyorlardı ki Tayyip Erdoğan, Erdem Bayazıt’la birlikte “Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm/Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm?” diyen nesildendi. Yola kefeniyle çıkmıştı. Bundan dolayı “suikast ihbarına rağmen Saraybosna’ya nasıl geldiniz?” sorusuna Yeşilköy gecesini hatırlatmadan kadere atıfta bulunarak “işte biz de bunun için buraya geldik” diyebilen cesur bir liderdir.
Yaşadıklarımız, parti mes’elesi değildir.
Seçim mes’elesi de değildir!
Bu, bir büyük dâvâ ve büyük bir millet meselesidir.
Onun için dâvâ ahlâk, şuur ve sorumluluğuyla hareket edilmelidir.
O devrin ABD Başkanı G.W. Bush’un II. Irak işgali başladığında “bu bir haçlı seferidir” demesi unutulmamalı. Dualarınızla ve fiilen Reis başta olmak üzere yerli ve millî olan herkese ölümüne sahip çıkmalısınız…

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUSUF TEKİN, DOĞRU SÖYLÜYOR!.. 21 Kasım 2024 | 448 Okunma HİPOKRAT ANDI! 19 Kasım 2024 | 75 Okunma KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ 16 Kasım 2024 | 59 Okunma AHISKA 14 Kasım 2024 | 146 Okunma GÖÇ SİYÂSETİMİZ ÜZERİNE DÜŞÜNMEK 12 Kasım 2024 | 48 Okunma