O gün alınan kararlar açıklandığında gördük ki daha önce “güvenli bölge” denilen Doğu Fırat Kuşağı’na “Barış Koridoru” deniyordu. Bu isim aynı zamanda 40 yıl önceki Kıbrıs Barış Harekâtı’na da bir îmâ ve atıftı. Bunun üzerine ağustos ayının bizi sevdiğinden bahisle harekâtın 26 Ağustos’ta yapılmasını ve isminin de “Sultan Alparslan Barış Harekâtı” olmasını teklif etmiştik. Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan da ağustosun zaferler ayımız olduğunu dile getirerek bu ayda zaferlerimize bir halka daha ilave edeceğimiz müjdesini vermişti. Aynı şekilde Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı Sn. Bahçeli de ağustos ayı ile gönül bağımızı hatırlattıktan başka harekâtın zarureti üzerinde durmuştu.
Muhalefetin ağırlıklı cephesi de bu tavrın fazlaca uzağında değildi. Bütün bunlardan dolayıdır ki Fırat’ın doğusuna askerî bir harekâtın yapılması ve Süleymanşah Türbesi’nin de Caber Kal’ası bölgesindeki aslî yerine nakline muhakkak nazarıyla bakılmaktaydı.
Nitekim; MGK toplantısından sonra yapılan açıklamada yalnızca harekât bölgesinin ismi söylenmiyordu. Metinde 4 husus daha vardı. Bunlardan birincisi 35-40 km’lik bir derinlik, ikincisi Amerika’nın terör örgütüne verdiği silahların toplanması, üçüncüsü bu örgütün, adını verdiğimiz bölgeden çıkarılması ve dördüncü şart olarak da buralara yaptığı yer altı ve yer üstü inşaatların tahrip edilmesiydi.
Hükûmet yetkililerimiz, bunları diyor fakat hemen ardından müttefikimize, stratejik ortağımıza öteden beri yaptığımız bir çağrıyı da tekrar ediyorlardı. O çağrı şuydu:
-Ya gel harekâtı birlikte yapalım veya biz ne yapacağımızı biliyoruz!..