Şiddetin de nefretin de
ötekileştirmenin de her çeşidi kötüdür. Aslında şiddet, diğer
ikisinin birden kendinde toplamıştır. Şiddet, nefret duygusunun
harekete dönüşmüş, ötekileştirme de nefretin lisana dökülmüş
hâlidir.
Söylenme kolaylığı bakımından
tek başına “nefret” kelimesi kullanılsa da haddi zatında o, “kin ve
nefret”tir. Kin nefreti, nefret de kini besleyerek düşmanlığa kadar
gider.
Bu üç olumsuzluğun yalnızca
kadına, çocuğa, başka bir ırka karşı değil, her canlıya karşı
olmaması gerekir. Varsa bu insan, sevgi yanını
sorgulamalıdır.
Henüz şiddet çapına gelmedi ama
bugün cemiyetin farklı taraflarında ve daha ziyade de
okumuş-yazmışında Suriyeli mülteci yahut resmî adıyla
“sığınmacılar”a karşı çok tehlikeli bir nefret ve ötekileştirme
duygusu, tırmanış hâlindedir. O kadar ki bu hâl artık bir his, kötü
duygu olmaktan da çıkıp fikrisabit hâline gelmiştir. Bunu da
“Suriyelilere, maaş veriliyor, bedava tedavi ediliyor, oy
kullanacaklar, üniversiteye imtihansız giriyorlar!” gibi onlarca
asılsız iddiayla desteklemekteler. Şimdilerde muhtelif resmî ve
sivil kuruluş, bu dedikoduları yalanlamakta ama ne kadar faydalı
olduğu belli değildir.
Savaşların bir cephe, bir de
cephe arkası vardır. Cephede silahlar, cephe arkasında insanlar
konuşur. “El-Muhaberat”, istihbarat teşkilatı, Suriye’nin derin
devletidir. Bu memleketin bir istihbarat devleti olduğu, mevzua
yakın olanların malumudur. Esad istihbarat unsurlarının, dört
milyon zor durumda kalmış Suriyeliyi kabul etmemizden dolayı bize
şükranlarını dile getirmesi beklenemez. Aksine işte tam da bunu
yani beşinci kol faaliyetinde bulunur, asılsız haber yayarlar.
Dünya görüşü her ne olursa olsun Suriyeli mazlum ve mağdurlara yan
gözle bakan, homurdanan, nefret duyan her vatandaşımız kesinkes
inansın ki El-Muhaberat’ın psikolojik savaş tuzağına
düşmüştür.
Bazı hususları tasnif etmek
gerekir:
1-Bu dört milyonun tamamı
Suriyeli Arap değildir. Onlardan bir kısmı Kürt, bir kısmı Türkmen
ve az bir kısmı da diğer ırk ve dinden insanlardır.
2-Bugün ihtilafların yaşandığı
Suriye toprakları, Anadolu’dan evvel Türk’tü. Suriye Selçukluları
ismindeki devlet, burada hüküm sürmüştü.
3-Halep, Musul, Kerkük yani
Suriye ve Irak’ın şu gün ihtilafların yaşandığı yerleri de Misak-ı
Millî Hudutlarımız içindedir.
4-Birinci Dünya Harbi’nden
sonra İngilizlerle öteki sömürgeci devletlerin “Suriye” ismini
verdikleri memleket 30 Eylül 1918’e kadar Devlet-i Ebed Müddet’in,
Devlet-i ali Osman devamının mülküydü. Osmanlı atalarımız buraya
“Şam-ı Şerif Vilayeti” diyorlardı. Bugünkü Ürdün, Lübnan, Filistin,
İsrail, Suriye bu vilayetin topraklarıydı.
5-Trablusgarp Harbi 1911’de,
Balkan Harbi 1912’de, Sarıkamış Harekâtı, Süveyş Kanalı Harekâtı,
Filistin Cephesi Hezimet 1914’te Çanakkale Deniz ve Kara
Muharebeleri 1915’te Kût’ül Amâre Zaferi 1916’da yani imparatorluk,
Sultan Hamid zamanındaki 5 milyon km2’den 777 bin km2’ye
gerilemeden önce olmuştu. Bu muharebelerin birine, üçüne beşine ve
diğerlerine bugün nefret tuzağına düşmüş vatandaşlarımızın
kızdıkları Suriyeli kardeşlerimizin dedeleri de katılmıştı. Bu
dediğimize mezarların baş taşı kitabeleri şahittir.
O nefret edilen,
ötekileştirilen insanlar yurtlarından yuvalarından ayrılmak, hicret
etmek zorunda kalınca ana vatanlarına sığınmak zorunda kaldılar.
Türkiye, sadece bizim değil, Balkanlı, Giritli, Rodoslu, Kıbrıslı,
Orta Afrikalı, Kuzey Afrikalı, Arabistanlı, Yemenli, Şam-ı Şerifli,
Iraklı, Kafkasyalı, Kırımlı Müslümanın da ana vatanıdır. O
Müslüman, bir yerde Boşnak, bir yerde Makedon, Arnavut, bir yerde
Tatar, Çerkez, bir yerde Arap, Türkmen Kürt vs.dir...
Biz, bu defa da dar günlerinde
Suriyelilere kucak açarak ensar ahlakıyla ahlaklandık, tarihe geçen
büyük bir iyilik yaptık. İyilik yapmak bize hep yakıştı. Sürekli
başa kakmak, nefret duymaksa bir büyük ayıptır, hiçbirimize
yakışmaz. Böyle bir alışkanlık, tavır bizim geçmişimizde
yoktur.
Eğer; söylenmek istenen
askerlik yaşındaki Suriyeli erkeklere dairse evet; devlet, onları
esaslı şekilde talimden geçirip cepheye sevk edebilir, etmelidir.
Suriye, sadece aslanlar gibi çarpışan Hür Suriye Ordusu veya diğer
adıyla Millî Ordu’nun değildir.
Bu nefret duygusunun yok olması
lazım.