Öylesine kibirlenmişlerdi ki devlet dahil herkese tepeden
bakıyor ve lisanla olmasa da edalarıyla "devlet biziz!" demekte bir
beis görmüyorlardı. İplerin sert şekilde kopmaya başladığı ilk
hamle, dershanelerin kapatılmasının gündeme gelmesiydi. Bu karar,
onları çileden çıkarttı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Hükûmet kim
oluyordu ki böyle bir cür'et gösteriyorlardı?
Adı konmadık savaş, ilk o zaman başladı. O zaman, önde gelen
isimlerinden birinin küstahlığı hatırda kalmış olmalı. Ne diyordu?
"Türkiye, bizim için 150 devletten biridir; gerekirse gözden
çıkarırız!"
Doğru söylemiyor fakat şantaj yapmaya kalkışıyordu. Türkiye, onlar
için 150 devletten biri değildi. Gözden çıkartmaları da mümkün
değildi. Samimi olsalardı ihtilafın çıktığı günden itibaren kimleri
varsa, nelere sahiplerse derlenip-toparlanır ve beğendikleri
yerlere giderlerdi. Gitmediler, gidemediler, gidemezlerdi.
Türkiye'yi terk etmeleri, tükenmeleri demekti.
İçlerinden bir kısmı kaçtı. Ancak ekseriyeti buradaydı. Kaldılar ve
müstemlekeci devletlerle işbirliği yaparak böylesi bir cunta
ihanetine kalkıştılar. Sonları malum. İnsan yüzüne bakamaz, cemiyet
içine çıkamaz vaziyetteler.
Dershaneleri, eğitim kurumları, okulları üniversiteleri,
hastaneleri kapatıldı. Yargıda, orduda, medyada, maarifte,
içişlerinde ve bütün devlet kurumlarında bu örgüt mensubu kim varsa
temizleniyor. Onlara mali destek sağlayan iş adamları hesaba
çekiliyor. Tam bir istiklâl mücadelesi verilmekte.
Fakat bunlar kâfi değil:
1-Mevcut mücadele, hiç taviz vermeden ve derinleştirilerek devam
etmelidir.
2-Niyet ve hüviyetini saklamış olanlar, açığa çıkartılarak gereken
yapılmalıdır. Deşifre olmamış sinmişler, yedek kuvvetleridir.
Onlarla her türlü çılgınlığa kalkışabilirler.
3- Belki daha mühimi sızdıkları memleketlerdir. O devletlere "Türk
Okulu" etiketiyle öğretmen ve tüccarlarıyla girerek CIA güdümlü
faaliyetler güttüler. Üçüncü ülkelerdeki bu varlıkları, ülkemizin
istikbali için tehlike arz etmektedir: