İlerde yazılacak tarih, günümüzü değerlendirirken herhâlde şöyle diyecektir:
-Bir yandan savaşırken bir yandan da ülkeyi büyütüyorlardı!
O gün tarihi yapanlar, kalmamış olacaktır. O gün hizmet edenler de
köstek olanlar da hayatta olmayacaktır. Bundan dolayı o devrin bu
işleri tartan kalem erbabı, nüfuz kudreti ve tahlil çapına göre
bugüne dair eksiklikleri görecek, yanlışları yazacak ama aynı
şekilde başarıları da sıralayacaktır. Hiç bir iktidar yoktur ki
arkada eksiklik bırakmasın, hata işlemesin. Kıymet takdiri toplama
göre olur. Umumi yekûn ne veriyor ona itibar edilir. Sadece siyasi
değil, sosyolojik bir vakıayla da karşı karşıyayız.
Hâdiseye yalnızca parti açısından bakmamak lâzım.
Bir millet, inanmış bir kadro eliyle dört asırdır hasretinde olduğu
rüyasını gerçekleştirme fırsatı bulmuştur. Bir millet, bir kadroya
şuuraltından gelen coşkun istekle âdeta iktidar olma emri vermiş,
yaptıklarını denetlemiş ve her defasında da itimadını
yükseltmiştir.
Bu yaşadıklarımız, toprak unsuru elinden alınmış, insan unsuru 7
Cephede kırılmış ilim-irfan-medeniyet unsuruna kezzap dökülmüş,
tarihin büyük devletlerini inşa etmiş bir büyük milletin, bir asır
sonra uyanması, doğrulması, silkinmesi ve meydan yerine dikilerek
"buralar sahipsiz değil, burada keyfinizce at oynatamazsınız,
zamanın ve mekânın sahibi var!" diye haykırmasının hayat
bulmasıdır.
Su yatağını unutmaz.
Bu ırmak, asaleti gereği yatağını unutmadı.
Zaman zaman Düveli Muazzama, emperyalist devletler, sömürgeci vahşi
batı yalnızca cepheden saldırmadı, içerden de kendine adamlar
tedarik ederek hem dışardan, hem içerden vurdu. Birinci Dünya
Harbi, olanca nâmertliğine rağmen yine de mert bir savaştı. Son 50
senedeyse nâmertler nâmerdi saldırılara göğüs gerilmekte. Bu çağda
cephe vuruşmalarının yerini kültür emperyalizmi, iktisadi tasallut,
psikolojik yönlendirme, terör kalleşliği ve vesayet emrinde vekalet
savaşları almıştır.
Ama; Allah bizimle olduktan sonra ne gam!