25 Temmuz 2008’de açılan “Ergenekon Davası” 10 yıl sonra 30 Kasım 2018’de savcının “Ergenekon isminde bir terör örgütü tespit edilemediği için” 199 sanığın beraatini istemesiyle mahzen malzemesi hâline gelmiştir.
Ergenekon davasının geçmişi, 2007’de Ümraniye’deki çöplükte patlayıcılar bulunmasına dayanmaktadır. Bunun üzerine bugün FETÖ/PDY davasından sanık veya mahkûm olup firari olarak yurt dışına kaçmış olan savcı Zekeriya Öz ve arkadaşları tarafından iddianame hazırlanmaya başlanmıştı. 25 Temmuz 2008’de Silivri’de ilk duruşma yapılmıştı. 274 Sanık hakkında toplam 16 iddianame hazırlanmıştı. Ergenekon, Balyoz, Ayışığı... gibi adlar verilen davalar, daha sonra birleştirilmişti. İddianamedeki sayfa toplamı 17 bin, dava dosyalarının sayfa sayısı ise on milyonlarcadır.
Sanıklara isnad edilen suçlar şunlardı:
2003 ve 2004’te askerî darbeye teşebbüs etmek, silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, Danıştay’a yapılan saldırı ile Cumhuriyet gazetesi saldırılarını azmettirmek vs. vs... Bu davalar kamuoyunu uzun süre birinci dereceden meşgul etti.
15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’nden sonra gözler açıldı. FETÖ örgütü, sadece emniyet, eğitim ve daha birçok yeri değil, yargıyı da tepeden tırnağa ele geçirmişti. AYM/Anayasa Mahkemesi vaki şikâyet üzerine uzun süreli tutukluluğu “hak ihlali” saydı. Bunun üzerine Yargıtay, 6 Ekim 2015’te Ergenekon örgütünün varlığı görülemediği gerekçesiyle verilen kararı bozdu. Alt dereceli mahkeme, 21 Haziran 2017’de iade-i muhakeme yoluna gitti.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ dâhil birçok meslekten birçok meşhur isim, terörist iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapse kadar muhtelif cezalar almış ve tutukluluk hâlleri, 3-5 yılı bulmuştu.
Muhakemenin devam ettiği 10 yıl zarfında içeride 12 sanık öldü. İçeride olanların bir de dışarıda aile ve akrabaları vardı. Bunların hepsi kötü günler yaşadılar.
30 Kasım günkü duruşmada savcı, Danıştay ve Cumhuriyet gazetesine saldırı davalarının ayrılmasını, bu suçlardan 4 sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasını, Ergenekon davası sanıklarından ölmüş, beraat etmiş ve hakkındaki dava düşmüş olanlardan sonra kalan 199 sanığın Ergenekon diye bir örgüt tespit edilemediğinden tamamının beraatine karar verilmesini 650 sayfalık bir mütalaa ile talep ve görüşünü mahkemeye arz etmiştir…
Gayet kısaltarak yukarıya aldığımız bu ağır sürecin hikâyesinden sonra şöyle bir durmak lazım:
Yargıtay da Yargıtay’ın bozma kararına muvafık mütalaa serdeden savcı da dikkatli bir dil kullanarak “Ergenekon suç örgütü” yok demiyorlar. “Böyle bir örgüt tespit edilememiştir” denmektedir. Anlaşılan o ki bu dava, 15 Temmuz’a giden yolda bir safhaymış. “Ergenekon” dosyasındaki sanıkların önemli bir kısmı “ulusalcı”dır. Bir kısmı 28 Şubat darbesini hayata geçirenlerdendir. FETÖ örgütünün bu davalar ve davayla hem ilerisi için temizlik ve hem de geçmiş için cezalandırma yoluna gittiği anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki 15 Temmuz darbe teşebbüsü muvaffak olsaydı 274 sanığın tamamı ceza alacaktı. Garip olan şudur; onlar yani FETÖ’cü savcı ve hâkimler, iddianame ve hükmü; yargılama adına cinayet işlerken Türk Ceza Mevzuatına göre vermekte idiler. Bugün adalet adına hakkaniyet için beraat isteyen ve karar verenler de aynı mevzuata dayanmaktadır.
Tam burada şunu haber verelim. Anketçiler hâkim, savcı ve avukat gibi yargı mensupları ve vatandaşlar arasında “adalete güveniyor musunuz?” başlığıyla yaptıkları araştırmada şaşırtıcı sonuçlara varmışlardır. Anket kayıtlarına göre adalete güven yüzde 20 ila 60 arasındadır. O hâlde bu davayı, son ders telakki ederek A’dan Z’ye hukuk zihniyet ve sisteminin elden geçmesi gerekir. Savunma silahının yerli ve millî olmasından daha zaruri olan, hukukun yerli ve millî olmasıdır.
Şu sonuç görülüyor olmalı:
Bu millet, bin yıl boyunca “Şeriatın kestiği parmak acımaz!” diyerek adalete büyük bir hürmet duyarken bugün aynı kürsüye inanmadığını dile getirmektedir.
Bu acı ve ayıptan başka bir gerçek daha vardır. O da darbe ve darbe teşebbüslerinin yargıya verdiği ziyan. Darbeler, sadece iktisat, siyaset ve içtimai hayata değil, onlardan çok adalete zarar vermiştir. Bu sebeple 15 Temmuz, 28 Şubat, 12 Eylül, 12 Mart, Talat Aydemir darbe teşebbüsleri, 27 Mayıs, İstiklal Mahkemeleri, 31 Mart, Ali Suavi darbe teşebbüsü, Sultan Aziz Vak’ası, Kuleli Vak’ası’ndan, III. Selim’e, oradan Genç Osman’a kadar “Darbeler Tarihi” yazılmalı ve Hukuk Fakültelerinde ders olarak okutulmalıdır… Bir devlette adalet sağlamsa her şey sağlamdır. İnsanlar, adalet önünde hakkını alıyorsa her yerde hakkını alıyor demektir.
Hâkim, verdiği karardan dolayı huzurluysa insanlar da mesuttur.
Aksine; savcı kanuna, hâkim verdiği hükme inanmıyorsa o memlekette her şey karışık demektir…