Bir yurt içi seyahatine çıkmam gerekiyordu; bu seyahate O’nun iştirakinin de isabetli olacağını düşündüm. Dâvet etmek için aradım. 1969’da siyasete girdikten sonra Ankara’da mukimdi. Sabit telefon her zamanki gibi fazla çalmadan hemen açıldı. Kendimi tanıttım "Buyurun azîz üstadım" dedi. Hakîki İstanbullu olmanın ve Türkçeyi çok güzel konuşup-yazmanın kazandırdığı seçkin üslupla bir defa daha layık olmadığımız bir hitaba muhatap olmuştuk. Bir keresinde yine böyle mukabele ettiklerinde mahcubiyetimizi dile getirince "Biz, Bâb-ı âli’de Üstadlarımızdan böyle öğrendik" demişti…
Şu hâlde günümüzle mukayese edersek nasıl ki bugün "Sosyal medya" denen iklimde bataklıklar ve gül bahçeleri varsa o günkü Bâb-ı âli denen matbuat, basın dünyasında da varmış.