Savcı aksini istese de hâkîm, bir ana muhalefet parti milletvekili için tutuksuz yargılamaya devam edilmesi kararı verebilirdi. Gelişme ise farklı seyretti. Hâl böyle olsa da mahkemeler, müstakil, hâkîmler, irade ve vicdanlarıyla hürdür. Taraf olan ve olmayan herkesin muhakemenin sonuna kadar beklemesi mevzuat ve teamül gereğidir.
Diğer taraftan; bahsettiğimiz kaideye rağmen CHP'li vekillerin bir arkadaşlarının aralarından alınıp cezaevine götürülmesi üzerine bu gereğe, lâzimeye rağmen sessiz bir yürüyüşle kararı kınama istekleri anlaşılabilir. Ancak; meşruiyet dairesi içinde kalıp demokratik bir hak olarak kullanılması şarttı, şarttır.
Esasında bu hak arayışı, kınama ve tenkidler, TBMM çatısı altında yapılma olgunluğu gösterilmeliydi. Ne var ki "fırsat bu fırsattır" dercesine popülist bir yol tercih edildi. Bunun üzerine şu tehlikeler zuhur etti. Yürüyüşe fitne unsurlarının bulaşması. Yürüyüşün hedefinden saptırılması. Hâkimiyet altına alınmaz bir kitle çılgınlığının yaşanması. Ajan kışkırtmaları, kitleye saldırı ve kan dökülmesi.
Nitekim Kayseri ve Kocaeli valilikleri, ortak çalışmayla konvoya saldırı hazırlığındaki DEAŞ'lıları yakaladılar. 10-15 DEAŞ'lı teröristin yakalanması ile bütün tehlike ortadan kalkmış olmamaktadır. İktidarla hesaplaşma içinde olan PKK ve FETÖ örgütleri göz ardı edilemez. Sn. Kılıçdaroğlu, bu yürüyüşte onlarla arasına mesafe koyamadı, yahut bu ihtiyacı duymadı. Yürüyüşe Kandil'den "demokratik güçler yürüyüşü" diye bir isim geldiğinde CHP genel başkanı veya parti sözcüleri, "sizin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı olduğunuz yerde biz Hükûmetimizin yanındayız! Uzak durun! Biz, kendi mes'elemizi kendi aramızda hallederiz!" diyemediler. Bu isim, bir benzetmeden doğuyordu. Suriye'de YPG'nin de içinde yer aldığı silahlı unsurlara "Suriye demokratik güçleri" adını vermiş bulunuyorlar. Böylece ÖSO ve diğerlerini anti demokratik olarak göstermekteler. Kemal Kılıçdaroğlu, ne Kandil'in şom sesine ve önüne gelen unsurun yürüyüşe dâhil olmasına itiraz etti...