Bugün 30 Ağustos... Mustafa Kemal Paşa'nın dehşet bir liderlikle
ve cesaretle bugünkü yaşadığımız Türkiye'yi küllerinden hayata
döndürdüğü tarih. Hangi siyasi görüşte olursak olalım 30 Ağustos
Zaferi'nin öneminde uzlaşmalıyız. Tıpkı 15 Temmuz Zaferi'nin büyük
önemi noktasında uzlaşmamız gerektiği gibi. 1922'ye 95 yıl öncesine
dönelim: Büyük Taarruz için Atatürk öyle bir plan yapmıştır ki, bu
plan o zamanki diğer meşhur paşaların nerdeyse tamamını rahatsız
etmiştir. Milli Mücadele'nin generalleri bu planın çok ama çok
tehlikeli bir kumar olduğunu söylemiştir.
Mustafa Kemal'in söz konusu planı şudur: Yunan ordusunun en büyük
gücü Afyon civarında ve güneyde Trikopis'in emrindeki kuvvetlerdir.
Atatürk'e göre burası o kadar güzel tahkim edilmiştir ki, belli ki
Yunanlar burayı bir kuvvet merkezi yapma niyetindeler. Atatürk,
"Burayı düşürürsek bütün cephe düşer, dolayısıyla burayı vuracağız"
der. Dediğim gibi bu plan Türk kurmay heyetini çok
endişelendirmiştir. Bu paşalar şöyle söylerler Atatürk'e: Yunan'ı
en güçlü olduğu yerden vurmaktan söz ediyorsun, o halde bizim de
bütün gücümüzü buraya toplamamız gerekecek.
"Evet" der Atatürk. Yakup Şevki Paşa, bunu duyunca küplere biner:
"Nasıl yaparız? Böyle yaparak beni, kuzeydeki orduyu neredeyse
çıplak bırakıyorsun. Karşımda General Digenis var. Bize saldırdığı
takdirde Ankara'ya kadar elini kolunu sallaya sallaya gider. Biz
Afyon'a gidelim derken Digenis Ankara'ya girer" der. Atatürk de
"girmez paşam" diye karşı çıkar.
Kemal Paşa, Digenis ile Trikopis'in akıllarını başarılı bir şekilde
okumuştu. Yunan Ordusu'nun halet-i ruhiyesini iyi biliyordu. Orduda
Venizelosçular gitmiş, kralcılar gelmişti. Politik olarak bölünmüş
olan Yunan subayları birbirini yiyordu. Yunan ordusunda ciddi bir
siyasi kavga vardı. Ordu rahat değildi, son yenilgiyle zaten zafere
inançlarını da kaybetmişlerdi. Askerlerin pek çoğu "Bıktık, artık
evimize gidelim" diyorlardı. Fakat bizimkiler öyle değildi çünkü
kendi vatanlarını savunuyorlardı ve galip gelmenin tadını
tatmışlardı. Atatürk diyordu ki, "Paşam, büyük bir gizlilik içinde
kuvvetlerimizi kaydıracağız." Şevki paşa, "Nasıl olur, şuradan
şuraya bir tabur kaydırıyorum, Yunan'ın haberi oluyor" diye cevap
verirken, Atatürk de, "Paşam birliklerinizi gündüz kaydırırsanız
haberleri olur, biz hareketimizi gece yapacağız, gündüz ise
birliklerimizi saklayacağız" diyordu.
Yakup Şevki Paşa bu hareket planına bir türlü anlam veremiyor ve
"Ben bu mesuliyeti alamam" diye ısrar ediyordu. Mesuliyet sözünü
işitince Atatürk hemen şunları söyler: "Bir dakika arkadaşlar,
hiçbirinizde bir mesuliyet yok. Bütün mesuliyet bana ait, millete
karşı ben sorumluyum."
Mustafa Kemal, bütün gücü güneyde topladı. Bu arada İngiliz
mareşali Charles Townshend Yunan müstahkem mevkilerini gezer. O
kadar beğenir ki, "Türkler burayı altı ayda geçerlerse, altı günde
geçtik desinler" der. Yunanlar vaziyetten çok memnundur, o kadar
eminlerdir ki kendilerinden, istihbaratı da boş verirler. Bu sırada
bizimkiler ise bütün gayretleriyle güneyde toplanmaktadır. Atatürk,
taarruz tarihini Ankara'da hiç kimseye bildirmez, hatta kendi
arkadaşlarına dahi bilgi vermez. Ardından, Mustafa Kemal'in
Ankara'da büyük bir çay partisi vereceği haberi yayılır. Davetliler
var, çay partisi var, ama ev sahibi ortalıkta yok, cephede. Bir tür
oyalama ve dikkati başka yöne çekme hamlesidir bu. Son kontroller
yapıldıktan sonra Atatürk cepheye gelir, Anadolu'nun dış dünya ile
bütün telgraf bağlantılarının kesilmesini emreder. Anadolu
birdenbire suskunluğa bürünür. Hemen ardından da Ankara'da Mustafa
Kemal'e karşı bir isyan başladığı yönünde sahte bir haberin
yayılması sağlanır. İstanbul, Mustafa Kemal'e karşı bir hareket
başlamış haberini alır ama Anadolu'da aynı zamanda tüm telgraflar
da susmuştur. Kimse duruma mana verememektedir. Atatürk, daha
arazide silahlar konuşmaya başlamadan istihbarat savaşını
kazanmıştır. O sabah Büyük Taarruz başlar. Sabah 04.30'da tanzim
atışı açılır, 5.50'de de tahrip atışına geçilir, saat 07.00'de ise
Yunan topçusu susar ve Türk ordusu 14 gün sonra İzmir'e, Kordon'a
varır. Büyük Taarruz'dan evvel Atatürk, 15 gün sonra İzmir'de
olacağını söylemiştir yakın çevresine. Sonra birlikte Kordon'da
yürürken de Salih Bozok'a "kaç gün oldu?" diye sorar, "14 gün
paşam" cevabını verir Bozok. "Bir gün yanıldık o zaman" der
Atatürk...