Başbakan Binali Yıldırım, önce Ergenekoncular sonra da
FETÖ'cülerin sivil hükümeti devirmeye çalıştığını söyledi ve küçük
çapta kıyamet koptu. Oysa haklıydı Başbakan Yıldırım. İlk kez
1997'de ordu içinden gelen Erol Mütercimler'in somut şahitliğiyle
kamuoyunun öğrendiği Ergenekon terör örgütü diye bir olgu yok muydu
yani? Hiç şüphesiz ki vardı. Bir darbe ortamının yaratılması amaçlı
silahlı eylemler ve cinayet provokasyonları yapan bir Ergenekon
terör örgütü yok muydu? Elbette vardı. Tıpkı Ergenekon'un bir başka
ve çok daha sinsi çeşidi olan Fetullahçı terör örgütü gibi vardı.
Şu anki FETÖ soruşturmalarında da aynı hatalar yapılır, birbirinden
alakasız bir sürü insan bu kapsama alınırsa aynı akıbet FETÖ
davasında da olur. Yargılamaların kötü yapılması o terör
örgütlerinin olmadığı anlamına gelmez. Bunlar vardır ve bitirilmesi
için çalışmak da insanlık görevidir. Demokratik siyasete tecavüz
etmek isteyen her türlü vesayetçilikle mücadele etmek bir
demokratın onur meselesidir. Şöyle yazmıştım Ağustos 2013'te:
... İlk Ergenekon duruşmasının yapıldığı 20 Ekim 2008'i hiç
unutmuyorum. Henüz 2 aylık bir köşe yazarıydım. 27 yaşında bir genç
olarak kendi kendime kanımın son damlasına kadar darbecilerle ve bu
düzenle savaşacağıma yemin etmiştim. Medyada yer almaktaki temel
amacım buydu. Etkin ve etkili olmak önemliydi. Yazılı ve görsel
medyayı kullanarak olabildiğince geniş kesimlere sesimi duyurmak
istiyordum. Darbeci generallere ve onların yardakçılarına karşı
oluşmuş korku duvarının yıkılması en büyük hedefimdi. Bu hedef
uğruna freni patlamış kamyon gibi üzerine gittim darbecilerin.
Evet, suratlarına tükürür gibi bağırdım bugüne kadar adı korkuyla
anılan adamlara, hiç saygı duymadım onlara. Onlar da boş durmadı,
beni dava manyağı yaptılar. Bir ara 200 yılla yargılanır hale
gelmiştim. Ama umrum değildi. Darbe ortamı yaratmak için cinayetler
işleyen bu alçakların nesine saygı duyacaktım? Namaz kılmayı ve
Kürtçe konuşmayı bile suç sayan bu haysiyetsizlerin yüzüne tükürmek
bile azdı. Artık tabular yıkılmalıydı. TSK'nın bizlerin yani halkın
hizmetkârı bir kurum olduğunu herkes bilmeliydi. Generallerin memur
olduğunu ve hükümet emrettiğinde hepsinin hizaya geçeceğini herkes
duymalıydı. "Seçilmiş hükümet emredecek ve tüm generaller hizaya
geçecek. Hepsi haddini bilecek" sözünü bir slogan gibi çıktığım her
ekranda söylüyordum. Basit bir anayasal gerçeği hatırlattığım için
bile "TSK'yı tahkir ve tezyif"ten bana dava açılıyordu. Generaller
anayasanın gereği olan "hükümetin emrinde olmak"tan utanıyordu.
Onlara göre hükümet TSK'nın işleyişine karışmamalıydı. Yargı,
üniversite ve medya dünyasında da çok destekçisi vardı bu vesayetçi
düzenin. İşte Ergenekon davası bu sakat ve sapık zihniyetin tasfiye
davasıydı. O yüzden dört elle sarılmak lazımdı bu davaya. Bu
soruşturmayı yürüten emniyetçilerin ve savcıların hiçbirini
tanımıyordum. Muhabir- gazeteci olmadığım için kontağım ve
bağlantım da yoktu. Tek şeye odaklanmıştım. Bu zalim vesayet rejimi
yıkılmalıydı...