Dünkü yazım üzerine Taha Akyol bir mesaj gönderdi: "Rasim Bey,
Şerif Mardin citation index yazarak Şehir Üniversitesi sitesine
girildiğinde hocanın eserlerini yayınlayan Batılı üniversiteler ve
daha önemlisi citation sayıları görülebilir. Teşekkürler".
Ben de dünkü yazımı bilakis o "citation" yani uluslararası atıf
sayılarına bakarak ve diğer ismi geçenlerle de karşılaştırarak
yazmıştım. Bu perspektiften bakınca Taha Akyol'un şu cümlesi
yanlışlanıyordu: "Dünyada sosyal bilim çevrelerinde Mardin kadar
tanınmış ve onun kadar referans yapılan başka bir sosyal bilimcimiz
yoktur." Hem ben hem Taha Bey büyük bilim filozofu Karl Popper'a
çok değer veririz. Popper'a göre bilim yanlışlanarak ilerleyen bir
süreçtir. Bu temelden hareketle objektif bakıldığında dünya sosyal
bilim çevrelerinin çoğunluğu maalesef Mardin'in ismini bile
duymamıştır. Ama bu Mardin'in Türkiye'deki sosyal bilimler pratiği
bağlamındaki değerini asla azaltmaz. Zaten tam da bu söylediğim "az
atıf alma" olayı yüzünden TÜBA krizi yaşanmıştır. Maalesef
Mardin'in TÜBA'ya alınmaması hikâyesinde de herkes hurafeleri
yazıyor. Ben de uzun süre o hurafeye inanmıştım çünkü çok akla
yatkındı.
Bu ülkenin özellikle fen bilimcileri camiasında Kemalizmin bir din
gibi olduğunu hepimiz biliyorduk. Herkes de o hikâyeyi o haliyle
satın aldı ve hep öyle yazıldı. Hikâyeye göre Kemalizm dinine iman
etmiş kimi "tıpçılar" Mardin İslam'ı incelediği için onu "gerici"
bulmuşlar ve TÜBA'ya almamışlardı. Bilimsel açıdan tam bir
skandaldı.
Mardin de 2007'de Ruşen Çakır'la söyleşisinde hikâyeyi böyle
anlatmıştı. Sonra bir gün Mardin'i de çok seven bir akademisyen
arkadaşım bana durumun tam olarak böyle olmadığını Şevket Pamuk'tan
işittiğini söyledi. O gün Mardin'in akademiye kabul edilmesi
sunumunu Pamuk yapmış. Fakat sonra Cengiz Dökmeci çıkmış ve
Mardin'in aldığı uluslararası atıfları tek tek sıralamış ve durumun
sanıldığı gibi çok parlak olmadığını ortaya koymuş.
Mardin'in sadece birkaç çalışmasının evrensel seviyede itibarlı
olup gerisine itibar edilmediği konusunda ikna edici bir sunum
yapmış. Pamuk elbette Mardin'in ikonoklast bir bilim adamı olma
vasfının üzerinde durmuş ama kâğıt üzerinde Dökmeci de haksız
görünmüyormuş. Çünkü son 20 yılın uluslararası atıf indeksleri
ortadaymış. Sonrasında ben bu meseleyi iyice merak ettim ve
soruşturdum. Anladığıma göre Dökmeci ideolojik kimliği hiç olmayan
ve çalıştığı mukavemet alanında bilimsel itibar sahibi düz bir doğa
bilimci olarak görünüyordu. Dökmeci, Mardin'i hiç okumamıştı, neyi
araştırdığıyla da hiç ilgilenmiyordu. Sadece klasik evrensel
bilimsel "citation" kriterleri açısından Mardin'in akademik
geçmişinin dökümünü çıkarmıştı. Mardin'in TÜBA üyesi olmaması
konusunda hazirunu ikna eden Dökmeci idi.
Öte yandan mesela o toplantıda Doğan Kuban da vardı ve Kuban'ın
Mardin'e bilimsel olmayan bir ideolojik düşmanlığı olduğuna şüphem
yok. Elbette TÜBA'cıların bir kısmında da "Dinselleşmiş Kemalizm"
hastalığının olduğuna da kuşku yok. Nitekim o zamanki TÜBA
Başkanı'nın "Mardin Said Nursi'yi çok parlatmış.Ondan TÜBA'ya
almadık" tipi bilimdışı lafları olduğu aşikâr. Mardin'in
reddedildiği toplantıda da olan Celal Şengör'ün de belirttiği üzere
TÜBA'ya o dönemde "bilim adamı değil filim adamı olduğu halde"
alınan bir sürü şarlatan da olmuştur. Zaten bu sebeplerden TÜBA
hiçbir zaman evrensel anlamda itibarlı bir bilimler akademisi
olamamıştır. Hâlâ da değildir. Bilimin olmadığı yerde bilimler
akademisi mi olur yahu. Bu komedileri zaten geçelim.
Fakat Dökmeci konusundaki durum farklı gözüküyor. Dökmeci o
toplantıda bilimsel perspektifle davranmış gibi... Çünkü dün de
yazdığım gibi Mardin evrensel akademik literatürde sandığımız kadar
kuvvetli bir isim değildi. Bence bu konuda gazeteciler özellikle
röportajcılar hem Dökmeci ile hem Pamuk ile hem de Şengör ile
konuşabilir ki, hakikat nedir öğrenelim. Bu üç isim de hayatta ve o
hadiseyi yaşadılar...