Bir ülkenin fiziksel büyüklüğü onun coğrafyasına nispet edilerek ölçülür.
Ama bir başına coğrafyanın büyüklüğü o ülkenin gerçek büyüklüğünün ölçüsü olarak kullanılmaz.
Coğrafya kadar o ülkenin yönetim yöntemi, adaleti, iktisadiyatı, diplomatik ilişkilerinin sıhhati ve belki hepsinden önemlisi ulusun kendi geçmiş verileri, başka bir söyleyişle onun tarihi birikiminin yeterliliği, özgüveninin tamlığı bu büyüklüğün belirleyici unsurları arasında yer alır. Bu saydıklarımız onun tarihsel birikimine delalet eder.
Coğrafyasının genişliğine rağmen “büyük” sayılmayan ülkeler yok mu? Elbette var. Bugün olduğu kadar dün de vardı böylesi ülkeler...
Osmanlı Devleti siyasal birikiminin en üst noktasındayken sınırları da en uç noktalara kadar genişlemişti. 1699’dan itibaren sınırlarda bir kazanım yaşamadı, bilakis her defasında kayıplar verdi. Nihai darbeyi de Birinci Dünya Savaşı'yla aldı. Lozan ise bu darbeye nihai ve resmi biçimini verdi.
Lozan süreciyle Türkiye yalnızca sınırlarda gerilemeye maruz bırakılmadı. O, aynı zamanda tarihsel birikiminden de koparılmak istendi. Dahası tarihsizleştirilmek istendi.