Yıllar önceydi.
Liseyi bitirdiğim yıl. Sınavlar bitmişti. Arkadaşlarımın arasında yalnız ben bütünlemeye kalmadan liseyi doğrudan bitirmiştim.
O gün arkadaşlarımızla bir yazlık sinemaya gittik. Beklemediğimiz kadar uzun ve kaliteli bir film: Hayatımızın En Güzel Yılları...
O sıralar öykü yazma yolunda epey mesafe kat ettiğimi düşünüyorum. Başat temalarımdan biri değişme... Beni, mini değişmeler ilgilendiriyordu... Ahşap evlerin eskiyen tahtaları, uzaklarda kalmış birinin evine döndüğünde karşılaştığı değişiklikler, bir süre görülmeyen bir bahçenin birden karşılaşıldığında çiçeklerinin solgunlaşmış olması veya dökülmüş olması, meyvelerin artık ağaç dallarından sarkmayışı, bir ayakkabının eskimesi kabilinden değişiklikler/değişmeler üzerine kafa yoruyorum, onların öyküsünü yazmaya çaba gösteriyorum. Bir de bu değişimin, bir an üzerindeki izdüşümü ilgilendiriyor beni...
Bunlar şok edici değişiklikler değil.
Seyredeceğimiz film, Hayatımızın En Güzel Yılları (1946 yapım) belki de en çok bu yönüyle etkilemişti beni. Bir değişim veya bir değişme filmi... Ama filme konu olan değişme beni düşündüren türden bir değişim değildi. Ben, deyim yerindeyse yaşantımızın dramatik de olsa mini değişiklikleriyle ilgileniyordum. Oysa bu film dramatik ve radikal bir değişiklikle çıkıyordu karşıma... Dahası trajik vurgular içeriyordu...