Agoraya çıkmış olanın zaafı bağışlanmıyor. Mademki agoradasın, öyleyse zaafa düşme şansın yok!
Zaafa düşersen ne olur? Zaafa düşersen, düşersin!
Üstelik düşülen zaafın, zayıflığın yinelenmesi de söz konusu değil. Bir kez düştün mü, düşmüş olursun. Düşüş o düşüştür...
Durumu, bir ip cambazının ip üstünde gösterisini icra ederkenki haline bakarak tahayyül edebiliriz. Mahir cambaz, yürüdüğü ipin altına bir güvenlik ağı serdirmeye de yanaşmaz. Ölümü göze alarak marifetini icra etmeye teşebbüs eder.
Olay, sahne sanatçılarının gündelik yaşantısında örneği az rastlananlardan değildir. O gün sanatçının başına bir gaile gelmiştir. Anasından babasından, yakınlarından birini yitirmiştir, buna benzer bir musibetle karşı karşıya kalmıştır. Ne çare ki, o, sahneye çıkmak zorundadır. Çıkar. Sahnede, kişisel zaafını, içine düştüğü musibeti kendine saklaması gerekiyor. Onu izleyen seyirci, belki aylar önce o oyunu seyretmek üzere biletini almış, o gün tiyatroya gitmek üzere tüm programını ona göre hazırlamıştır. Sanatçı bunu bilir. Sanatçının, o gün içinde bulunduğu sıkıntılı durum seyirciyi ırgalamaz. Seyirci, o gün, o saate hazırlıklıdır, tüm yönsemesi o gün sahnede icra edilecek oyunu seyretmeye ayarlıdır. Oyuncunun kişisel sıkıntısıyla icrasında vuku bulacak tökezleme, onun belki de tüm sanat yaşantısına mal olacaktır.
Cambaz, iki eliyle kavradığı denge sırığını titremeden tutmak, ayağını her zamanki gibi telin üzerinden dengesini kaçırmadan sürüklemek ve öylece hedefe ulaşmak zorundadır. Orada artık oyunun, şaklabanlığın yeri yoktur. Orada, o, tüm ciddiyetiyle o ipin üzerinden geçip hedefe ulaşmak zorundadır.