Böyle bir kıssa okumuştum:
Adamın birinin, bir gece yarısı arabasının lastiği patlamış. Otomobilden inip tekeri onarmaya teşebbüs ettiğinde bakmış ki, krikosu yok. Uzakça bir mesafede görünen bir ışığı fark edince: “Gidip oradan kriko isteyeyim, demiş, gene de talihli sayılırım!” Işığa doğru yürürken de aklından geçiriyormuş: Şimdi bu adam, gecenin bu saatinde kendisini rahatsız ettiğim için kızacak, belki benden bir miktar para bile isteyecek. Eğer böyle yaparsa, ben de ona, bu yaptığının komşuluğa sığmadığını söylerim. Gene de ona, bu aleti kullanmak için 20 liradan kuruş fazla vermem. Ama o, 50 liradan aşağısını kabul etmem derse?! Gecenin bu saatinde hem rahatsız edilmiş olacak, hem krikosunu arayıp bulma zahmetine katlanacak, hem de istediği para kendisine verilmeyecek! Kriko sahibi böyle düşünüp sonra da: “Ya 50 lirayı verirsin, ya da gidip kendine başka bir yerde başka bir kriko bulursun!” derse, ne yapabilirdi? Bu düşünceyle, bizimkini yoğun bir öfke bastı. Kendi kendine söyleniyordu. “Ne şu tekerim patlayaydı, ne de bir krikoya ihtiyacım olaydı!” Böyle söylenip homurdanırken, kendini çiftliğin kapısı önünde bulur ve kapıyı çalar. Ev sahibi, üst kattaki pencereden başını uzatarak: “Kim o? Ne istiyorsun?” diye seslenince, öfkeli adamımız kapıya bir yumruk savurarak: “Senin de, krikonun da Allah belanızı versin!” diye bağırarak gerisin geri dönüp hızla oradan uzaklaşır. Otomobiline yaklaştığı sırada: “Krikon başına çalınsın” diye hâlâ söylenmektedir.
Bu tiplerin siyaset ortamında da izdüşümlerine rastlanmıyor mu?
Kendi öfkesini, kişisel zaafını keşfetme, irdeleme yerine; vehminin tuzağına düşerek etrafı suçlarlar. Kibrini tevazu kisvesine dönüştürüp bir yandan kendini aklarken bir yandan da etrafın anlayışsızlığına öfke yağdırırlar, çamur atarlar...
Kendisi sütten çıkmış ak kaşıktır. Çevre ise kötüdür. Özellikle ona karşı kötüdür. Kendine önceden verilmiş nimetleri aklına bile getirmez. Acaba ben tek başıma olaydım bu başarılara ulaşır mıydım sorusu onu ilgilendirmez. Açıkçası onun böyle bir sorusu da yoktur. O, taktığı maskeyi, takındığı kişiliği kendi öz beni sanır.
Carl Gustav Jung kişiliğin bu yönünü “persona” (maske) kavramıyla açıklıyor. Kişi olduğu gibi değil de toplumda nasıl görünmek istiyorsa ona uygun davranma eğilimindedir. Yani asal kişilik gizli kalır, başkasının onu görmesini düşündüğü kişiliğe bürünür. Ancak personanın aşırı duruma geçmesi kişiyi kendine de yabancılaştırır. Jung kişinin personayla özdeşlemesi haline enflasyon adını veriyor.