KUR’AN VE İLİM merkezli hatırlatmalarımıza kaldığımız yerden devam edelim...
İnsan, topluluk içinde özgür yaşayan bir varlıktır. Topluluğun ferdidir. Kurallara tabidir. Ne var ki kuralları kendisi koymaktadır. Topluluğunu değiştirebilmektedir.
İlahi kitaplar ve şeriat insanı topluluk içinde özgürleştiren düzen içindir.
Topluluk insanların özgürlüklerini daraltmak için değil, tam tersine ona özgürlük sağlamak için vardır. Örnek olarak insan özgürlük içinde muz yemek istemektedir ama eğer muz alma parası yoksa ve eğer muz satan bir dükkân mevcut değilse, kişi bu özgürlüğünü kullanamaz. Topluluğun görevi ona muz satın alacak satın alma gücünü vermek ve muz alabileceği dükkânı bulundurmaktır.
Şeriatta adalet vardır ama eşitlik yoktur. Kadın erkeğe eşittir, çocuk babası kadar özgürdür, herkes cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkilere sahiptir diye bir şey yoktur.
Bugün şeytanın ve Sermaye’nin uydurduğu modalar vardır. İnsanlar düşünürken, ilim yaparken, kanunlar yapanlar şeytanın ütopik dayatmalarına uymaktadırlar.
Kur’an’ı yorumlarken bu tür şeytan tuzaklarına düşmemek gerekir.
Üç-dört haftadan beri Meryem Sûresi üzerinde çalışmaya başladığımızı hatırlatmıştım. Önceki hafta 12-16. ayetler üzerinde durduk. Diyanet Meali’nde 12-14. ayetler şöyle: “(Hazreti Yahya dünyaya gelip büyüyünce onu peygamber yaptık ve kendisine) ‘Ey Yahya, kitaba sımsıkı sarıl’ dedik. Biz ona daha çocuk iken hikmet ve katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba (cebbar) değildi.”
Bu ayetin sonunda “Ve lemyeküncebbâran” ifadesi vardır. Şöyle devam edelim.
Tarikatta zorlama yoktur. Şeyh kendisi itkan ile hareket eder. Gerekenleri söyler. Kimseyi zorlamaz. İnsanlar özgürdür. Tarikatta cezalanma dışlanmadır. Sorumlu o kişi ile konuşmazsa kimse onunla konuşmaz. O kişi o zaman ya o topluluğu terk eder yahut oranın düzenine uyar. Bu kaide tüm dayanışma ortaklıklarında vardır. Ancak oralarda zorlayıcı uygulamalar vardır. Yargıya gidilir ve yargı gerekli cezayı verir. Oysa ahlaki kuruluşlarda insanlar kendi istekleriyle o dayanışma içinde amel ederler. Başkan yani şeyh zorlamaz.
Başkalarının kötülüklerini ortaya koyup onları uyarma görevi vardır. Bu görev âlimlere verilmiştir. Siyasiler cebbardırlar. Âlimler asidirler, fiilen değil ama fikren karşı çıkarlar. Din adamları yani tarikat görevlileri ise iktidarda olanları, zenginleri ve halkı korkutmazlar, onlara saldırmazlar, onların kötülüklerini değil iyi taraflarını dile getirirler. Kimsenin kusurlarını ortaya koymaya çalışmazlar.
Şeriat düzeninin iyice anlaşılması ve uygulanması için onu iyi kavramak ve öncelikle kendi nefsimizde uygulamak gerekmektedir.