11 Eylül 2001 günü, bir grup gazeteci, Erivan’dan dönüyorduk. Türk-Ermeni-Azeri bir grup gazeteci örgütü bir inisiyatif başlatmıştık. O zamanki Ermeni Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan dönemi yumuşama sürecinin küçük bir halkası olan bir girişim...
Lafı uzatmayayım. İstanbul’dan bindiğimiz Ankara uçağında tesadüfen dönemin İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen ile karşılaştık. Biz iç güvenlik ile ilgili sorular sormaya çalışırken, İçişleri Bakanı, “Bakın, ABD’de de binalara uçaklarla saldırı oluyor” gibi bir cümle kurdu. “Sorularımızı geçiştirmeye çalışmak için daha inanılır bir cümle kursaydı daha mantıklı olurdu” diye aklımdan bir cümlenin geçtiğini hatırlıyorum. Yücelen, Ankara’daki kriz toplantısına gidiyor. 11 Eylül saldırıları olmuş. Ankara da alarma geçmiş. Haberimiz yok elbette. Akıllı telefonlar piyasaya çıkmamış, çıkmışsa da şimdiki kadar yaygın değil. Şok!
ABD Başkan’ı George W. Bush’un televizyonlardaki panik haldeki görüntüsünü ve “We are at war” şeklindeki cümlesini hatırlıyorum. Sonrası malum. Önce Afganistan, sonra Irak...
El Kaide örgütüne karşı savaş başlatıldığını duyurup, Irak’ta olmayan kimyasal silahlar nedenıyle kanlı bir savaş başlatıp, Saddam Hüseyin’in devrilmesi. Irak’ın fiili olarak parçalanması.... Müslümanlarla “terör” kavramının yan yana getirilme çabası. Batı’nın beyaz sosyolojisinin İslam’a düşmanlık tohumları ekmesi...
Uçurumların derinleşmesi... ABD’nin adım atacak patikaları geniş otoyollara dönüştürme imkanı bulması... Etkinlik alanını yaymasının önündeki engelleri kaldırması.