“O gece, Türkiye tarihinin ne kötü gecesiydi”, ifadesi kesinlikle abartı içermiyor. Düşman, hoca, asker, polis, millet, ezan, tank, uçak... Lider ve demokrasi... Kelimelerin sayısını arttırabiliriz. O geceye kadar bu ifadelere ilişkin ne biliyorsak, hepsini yeniden öğrendik. Ve aslında hiç bir şey bilmediğimizi, hiç bir şeyin farkında olmadığımızı acı bir tecrübeyle gördük. Askerin daha sonra adını o gecenin direnişçileri uğruna değiştirecek olan Boğaz Köprüsü’ne çıkıp, Ankara’da jetlerin uçmaya başladığı dakikalarda “darbe”, “kalkışma” diye tanımladığımız şeyin aslında “emperyal bir işgal” ve “parçalama” girişiminin “ilk adımı” olduğunu farkedemedik bile.
“Düşman” kavramı başka bir boyut kazandı, “kötülük” kavramı level atladı. “Korku”, İlahi bir el yardımıyla yürekten sökülüp atılırmış, o gece bildik. “Hızır” en zor zamanlarda yetişirmiş, anladık.
“Milletin çıplak eli” en etkili silahmış.
Ve şu coğrafyada dostumuz yokmuş, hiç olmamış. Göz dikmişler toprağımıza, birliğimize, tüm değerlerimize. Gözümüzü kırpma riskimiz yokmuş bugünlerde.
“Bir ömürde sadece bir gün vardır, o da ömrün adıdır” denecek olursa, işte o gün 15 Temmuz’du. Ne öğrendiysek, neye inandıysak, değer namına ne biriktirdiysek, aslında, 15 Temmuz gecesi için biriktirmişiz. O tankın sokaktan geçmesi, o dipçiğin, sonra o kurşunun sokaktaki insanı hedeflemesi zihnimizde özür bulduysa, o momentumu yaşanabilir bulduysak, yazık bize. Ertesi gün hesabı yaptıysak, B planı düşünebildiyse zihnimiz, vicdanımızın defterini oturup baştan yazalım. Mertlik, namertlik o gece yeniden tanımlandı.