10 yaşında bir Suriyeli çocuk Haydar... Kimlikteki adıyla Haider Jalabi...
İstanbul’da ailesinden uzakta babasının yanına gidebileceği günü bekliyor. Büyüklerin dünyasında hayat Türkçe akarken, Haydar anlamadığı bu dilde anlaşan büyüklere yaşından olgun bakışlarla gülümsüyor. Trajedisine inat masum bir tebessüm var yüzünde.
Annesini kaybetmiş. Babası Özgür Suriye Ordusu mensubu. Ülkesinde yaşama imkanı kalmamış. Belki yanıbaşına düşen bir varil bombası onu arkasına bakmadan ülke dışına çıkmaya zorladı. Belki de babasının kaderini paylaştı. Detayları soramayacak kadar içten anlaştık bakışlarla. Gazeteye geldi bir arkadaşımla birlikte.Türkçe bilmediği için gözlerinin derinliklerinden gelen bir çocuk selamı ile merhabalaştık. Usulca bir köşeye ilişti. Elindeki tablete daldı. Bir de cep telefonu. Telefonu yanından ayırmıyor. Babası ile tek bağlantısı o telefon. Geçmişiyle kurduğu köprü o cep telefonu. Eli hep telefonun üzerinde. Haydar’ın hikayesini dinlerken ütülü ve temiz pantalonuna takılıyor gözüm. Kim bakıyor ona? O yaşta bir çocuk ne yer, ne içer? Rüyalarında ne görür özlemle biten bir günün sonunda? Erkenden vedalaştığı annesi mi, Fas’lı bir kadınla evlenip, kendisine yeni bir hayat kurarak Haydar’ı bir alt başlık haline getiren babası mı? Hangisi rüyalarındadır Haydar’ın?