Yerel yönetimler denilince akla İstanbul Büyükşehir Belediyesi gelir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerine son birkaç gün kalmışken biraz nostalji yapalım.
Yıl 1985… İstanbul’da sıradan bir gün. Şarapçıların ve küfürbazların arasından, sokak çocukları ile kocaman evsiz insanların yanından geçerek Harem’den Üsküdar’a doğru yürüyorum. Sokaklarda yoksulluk had safhada. Bense 13 yaşında bir garip çocuk, devasa İstanbul’u gözlemliyorum.
Yol boyu etrafı kolaçan edip duruyorum. Kız Kulesi’nin arka planından Eminönü, Karaköy, Haliç ve Galata’ya bakıyorum. “Bu kocaman şehrin bir gün hepsini dolaşabilecek miyim acaba?” diyerek yürüyüşüme devam etmekteyim…
Derken Üsküdar meydanına geldiğimde meyhanelerden geçilmiyor, ocakbaşları erkenden dolmuş. Kimsenin işi gücü yok, herkes kendisini meyhanelere vermiş. Her taraftan pis kokular yükseliyor.
Eski Toptaşı Caddesine doğru yol alıyorum. Öyle ya; “ben nasıl bir şehre geldim, acaba burada kaybolur muyum?” düşünceleriyle etrafı gözlemlemek lazım. Etrafı bilmemekle beraber insanı bir korku da sarıyor derken… Koca üç adam bir anda önümde dikildi. Para kazanmak ister misin diyerek başladılar beni ikna etmek için konuşmaya. Sana lokantada iş veririz, yatacak yer veririz diyerek, laf cambazlıklarıyla, günün şartlarında insan hırsızları dediğimiz mahlûkatlar ile karşılaşmıştım. İnsan ticareti yapmakta olan bu kişilere karşı, bu coğrafyada her ailenin evladına vermeye çalıştığı edep, adap ve terbiye bizleri o günün şartlarına bile hazırlamıştı ki yoldan şaşmadık…