Her şeyden önce sevelim ya da sevmeyelim; Lozan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olduğunu ve siyasi bağımsızlığımızın simgesi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Almanların Versay’da, Macarların Trianon’da çektiği acıyı Sevr’de de bize çektirmek isteyen emperyalist güçlere anti-emperyal bir cevaptır Lozan.
Lozan’ı niçin savunmalıyız?
Lozan Barış Antlaşması halen yürürlükte olan nadir ve en uzun süredir devam eden barış antlaşması niteliğinde. Ancak yıllardır Lozan’ın süresinin sonlanacağına ve içerisinde gizli maddeler bulunduğuna dair iddialar, Lozan’ın belirli bir tarihte biteceğine inanan bir kitle doğurdu. Önce süre konusuna değinelim. Bir barış antlaşmasının süresi var ise söz konusu o antlaşmanın genellikle son maddelerinde buna rastlanması gerekir. Bu diplomatik bir kural gibidir adeta. Lozan’ın 143 maddeden oluştuğu bilindiğine göre ve son maddeleri dâhil hiçbir maddesinde süre ibaresine rastlanmadığına göre bu iddiayı burada çürütmüş oluyoruz. Lozan’ın geçerliliği tamamen Türkiye’ye ve ilgili devletlerin tutumuna bağlıdır. Türkiye bugün Halep’i topraklarına kattığını duyursa, Lozan zaten fiilen sona ermiş olur.
Ancak Lozan Barış Antlaşması, süresi olmasa bile zaman zaman dönemin genel konjonktürüne uygun olarak bazı maddelerinde değişikliğe gidilebilmektedir. 1936’da Lozan’ın Boğazlar ile hükmünü geçersiz kılan Montrö Boğazlar Sözleşmesi buna örnek bir durum olarak gösterilebilir. Türkiye bugün 12 Ada konusunda Yunanistan’la bir anlaşma yapsa Lozan’ın adalarla ilgili hükmü de geçersiz hale gelmiş olacaktır. Bu durumu Hitler’in Versay’ı üç aşamada ilga etme planına benzetebiliriz. Burada önemli olan mevcut şartları iyi değerlendirmektir. 1936’da bu başarılı bir şekilde yapılmıştır.
Lozan Antlaşması... Kimilerine göre Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkmış bir milletin tapusu, kimilerine göreyse büyük bir hezimettir.