Kıymetli okuyucularım günlerdir seçim gündemini konuşmaktan bıktık ve size ilginç olacak bir konu kaleme almak istedik, hoşunuza gideceğini umuyorum: Modern batı meydan okumasının insanlığın canına okumakla sonuçlanacağının sadece Müslümanlar fark ettiler. Ve Müslümanlar, Müslüman olarak kalma konusundaki, ikinci büyük krizi yaşıyor olmalarına rağmen… İkinci büyük kriz bir fetret devri krizidir. Müslümanların, Müslümanlıkla ve dünya ilişkilerinde tarihte daha önce yaşamadıkları büyük bir arıza üretmesine rağmen, karşılarına çıkan her şeye rağmen Müslümanlar bir şekilde İslam konusunda sebat ettiler. Ya da cümleyi şöyle de kurabiliriz, bu seküler, modern veya post modern meydan okuma, Müslümanların Müslümanlıkla ilişkisini bitiremedi. Ama diğer bütün geleneklerin, dinlerin, medeniyetlerin, kültürlerin bir şekilde varlık nedenlerini ortadan kaldırdı. Köklerini dinamitledi. Bir kısmını yok etti, tarihten sildi.
Avrupa’da Hıristiyanlık olarak din bitti. Yani biz Modern Avrupa’dan söz ettiğimiz zaman Hıristiyanlıktan bahsetmiyoruz. Modern Avrupa, Hıristiyanlığa rağmen var oldu. Modern Avrupa’yı var eden de biziz aslında. Bu da bir savunma psikolojisi değil. Yani bunu söylüyoruz diye “Vay, Avrupa bizim sayemizde var” falan demek için değil. Burada söylediğimiz hikâye şu; üç tane büyük Rönesans yaşandı.
Bu Rönesansların hepsinde biz varız. Eğer İslam tarih sahnesine çıkmasaydı, Avrupa kendisini toparlayamayacaktı. Avrupa’yı tarihe kışkırtan Müslümanlardır, biziz yani. Avrupa’nın ortaya çıkışında bizim Medeniyet sıçramamızı görüyoruz. Yani İslam’ın geliştirdiği meydan okuma söz konusu olmasaydı Avrupa ortaya çıkamayacaktı. İslam, biliyorsunuz geldiği daha ilk yüzyılda doğuda Çin’e, Pasifik’e kadar; Batı’da İspanya ve Atlantik’e kadar uzanıyor. Tarihçilerin çözemediği bir şeydir bu. Muazzam bir şey. Ve merkez olarak askeri bir şekilde de değil. Ticaret ve ilim üzerinden oluyor bu. Ticaretle uğraşan insanlar da tabii İslam dünya görüşüne vakıf oldukları için o ticari hareket aynı zamanda ilim hareketine dönüşüyor. Bu hareket Avrupalıların ayıkmasına yol açıyor. Batılılar, Hıristiyanlık üzerinden bir dünya kuramayacaklarını iyi biliyorlar.
Avrupa kurulurken Hristiyanlık üzerinden kurulmuyor. Meşruiyet kaynaklarını artık Hıristiyanlık oluşturmuyor. Artık seküler bir dünya var, insanın tanrılaştırıldığı bir dünya var. Heidegger çok güzel tarif ediyor bunu. ‘Her şeyin ölçüsü ve ölçüsünün insan olduğu bir dünya’ var. Dolayısıyla araçların amaç haline getirildiği, bilginin güç olarak kullanıldığı bir dünya… Dolayısıyla orada hedef, güce sahip olma güdüsüdür, bu öne çıkıyor. Modernlerin asıl hedefi güce sahip olmaktır. Neden güce sahip olmak istiyorlar? Çünkü Modernlikle birlikte insan tanrılaşma sürecine girdiğinden itibaren ontolojik bir sıkıntıya giriyor. Hakikat fikri yitiyor. Kişinin bu dünyada ayakta kalabilmesinin yolu, kendine güvenini devam ettirebilmesinden geçer. Kendine güveni olmayan bir insan varlığını devam ettiremez.
Çünkü bin yıldır insanlık tarihini Müslümanlar ve Batılılar birlikte yapıyorlar. Son bin yılın yedi yüzyılını kabaca Müslümanlar yapıyor, Müslümanlardan biz yapıyoruz. Son iki yüzyılını kabaca batılılar yapıyor, Batılılar derken Germenler. Eğer doğuşuyla birlikte dört yüz yıl falan dersek son iki yüzyılını da İngilizler yapıyor. Ve bu sorunun gerisinde yatan asıl aktör de İngilizlerdir. Modernlikle birlikte kurulan Batı uygarlığı, niceliğin hükümranlığı dolayısıyla niteliğin mahvedilmesi hikâyesidir. Yani kendine güven duygusunu tesis edebilmek için ister istemez bir güç ihtiyacı hissetti. O epistemoloji üzerinden araçlara, tabiata ve tabiatın bilgisine sahip oldu. Aynı zamanda tabiatı sömürdü. Oradan modern bilimi geliştirdi, sonra da teknolojiyi… Yani gücü ve güç üreten araçları ele geçirme güdüsü, temel güdüsü haline geldi. Ve modern insanın kendine güvensizlik duygusunun bir şekilde üstesinden geldi.