Bu yazıyı dün sabah erkenden Ankara'dan yola koyularak Ilgaz'ın eteklerine konuşlandığımız Mülayimler yaylasında öyle güzel bir öğle ezanı eşliğinde kaleme almaya başladım ki. Çam ağaçlarının eşsiz kokusuna, rüzgarın selam duruşuna adeta şehadet edercesine. Memleketin her noktası dahil bu ülke huzurun, sükunetin, güvenin, özgürlüğün, güzelliklerin kaynağı olmayı hak ediyor. Gittiğim her yerden mümkün olduğu kadarı ile sizlere de izlenimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Tecrübelerimi paylaşma gayretinde oluyorum. Bu ülke her türlü güzellikleri hak ediyor. Fakat yaşananları hak edip etmediği konusunda kararsızım. Cuma günü kale aldığım yazımıza konu olan gelişmelere çok yakından örneklerle şahitlik etmek düşündürüyor beni. Yenileşme, değişim gerçekten çok zor. Bu her konuda böyle. İnsan olarak da, toplum olarak da, sosyal olarak da devlet olarak da böyle. Değişimin, dönüşümün zorluğu, köhneyip gitse de kurulu düzenin menfaat çarklarının değişmesini istemeyenlerden kaynaklanıyor.
Değişimin, dönüşümün zorluğunu ve bu kapsamda bu değişimin karşısındaki bakış açılarında ki alışkanlıkları, mantaliteyi dünyayı bildiğini, Türkiye'de olup bitenleri anladığını zannettiklerimde yanılarak o kadar yakından görüyorum ki. Türkiye'de yaşanan olaylara bir de o açıdan bakma imkanı buluyorum. Bugün Türkiye'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, milletin beklentilerine uygun olarak değişimin, dönüşümün sözcülüğünü yapıyor. Ama onun bu sözcülüğüne eleştiri getirenlerin önemli bir kısmı yine onun yönetiminde 15 yıldır gerçekleşen değişim imkanlarından nimetlenenler. Düne kadar imkanlarından nimetlenenler, bugün beklentilerinin bir kısmı gerçekleşmeyince ani şekilde ağız değiştirmekte tereddüt etmedikleri görülüyor.
Açıkça Recep Tayyip Erdoğan'ın tek adamlığı, muhalif olanların sindirilmesi, çevresinin menfaat oluşturduğu gibi dozajı çok yüksek eleştirileri duymak menfaatleri bozulanların kurallarının ve vefalarının olmadığını gösteriyor. Bugün için değişimin, yenileşmenin en önemli engeli bu zihniyet oluşturuyor. Bu zihniyet aynı zaman da ABD ve Almanya başta olmak üzere Türkiye'ye karşı takındıkları düşman tavırlarına Recep Tayyip Erdoğan'ın gösterdiği tepkiye de garip yorumlar getiriyorlar. ABD ve Almanya'nın kendi diplomatları, kendi politikacıları içimizdeki bu zihniyet derecesinde yorumda bulunamazlar. Yüz yıldır yüzümüzü döndüğümüz batıya hayranlıkla baktıran zihniyet, şimdilerde gözü açık dünyaya bütünden bakarak gerçekçi stratejilere bir türlü alışamıyor.
Evet, batıdan, batıya bakış açımızdan vaz geçiyoruz. Tıpkı Batı'nın yaptığı gibi dünyaya geniş açılı merceklerle bakıyoruz. Gerçek gözlerle bakıyoruz. Böyle bakmamız gerekiyordu zaten. Elimize 100 yıl önce tutuşturulan dürbünlerle baka kalamayız. Yönümüzü 360 derece taramalı bir anlayışla bulmalıyız.
Son günlerde bazı mahfillerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik ülkeyi “Batıdan koparıyor. Bizim ne olursa olsun ABD, Batı ekseninde durmamız lazım. Başımıza ne geliyorsa bundan geliyor. Bizi yaşatmazlar” gibi söylemler çoğaldı. Bu söylemler değişim ve dönüşüme karşı direnç gösterenlerin son gayretleridir.
ABD ve Batı sanki bize karşı veya dünyaya karşı tavrını duruşunu sabit tutuyor? Yoksa menfaatine göre her konuda farklı tavır mı koyuyor?