Milat’ta yazmaya başladığımın ikinci yılını bugün bitiriyor. Hep derler ya ‘Daha dün gibi hatırlıyorum’. Yok ben dün gibi hatırlamıyorum. Hatta ne zaman başladığımı hatırlamıyorum. Sadece ‘Niye niyet, niyet kısmet’ diyeceğimiz bir üslup değişikliğini hatırlıyorum. Yazılarımda zoraki bir mecra değişikliğini.
Oysa ben bu sütunlarda okuyucuya Ankara bürokrasisinin somurtan yüzünü, Bizans’ı aratan sinsi ayak oyunlarını, çıkar savaşlarını, uluslararası oyunların Türkiye oyuncularını yazmayacaktım. Türkiye’nin uluslar arası arenada verdiği mücadele devam ederken içeride fırsat kollayanların neler yaptıklarını yazmayacaktım. Hatta daha göreve başlar başlamaz Trump’a uluslar arası ayaklarını kullanarak bir heyet halinde hayırlı olsunla birlikte ‘Türkiye’de bir an önce yönetim değişikliğine ihtiyaç var’ diyenleri yazmayacaktım. Sur’da Nusaybin’de Şırnak’ta hendek olayları sırasında yabancı ajanları, onların oynadığı rolleri, bu çerçevede ABD’nin Güneydoğu’da üzerine konmak için plan yaptığı 500 milyar dolarlık petrol rezervlerini, Akademisyenler Bildirgesinin ikinci ayağının bölgeye NATO’yu çağırma olduğu bilgisini de yazmayacaktım. Hatta 15 Temmuz Darbe Girişimine giden aşamalarda yaşananları da yazmayacaktım. Zaten bir kısmını yazmadım. Mesela Darbe Girişimi öncesi yaşanan Başbakanlık değişimi olmasaydı 15 Temmuz’da darbe girişimine gerek kalır mıydı? Bu soruyu şimdi sormadım sayın.
Oysa ben bunları değil, Meclis’in gülen yüzünü, vekillerin insani öykülerini, Ankara bürokrasisinin sıcaklığını, Ankara’nın İstanbul’a dönüşünden çok Ankara’nın sevimli havasını, Cuma’nın maneviyatına uygun Pazar’ın huzurunu artıracak konuları kaleme almak için yola çıkmıştım. Öyle de başlamıştık. Güzel de gidiyordu. Kulis tadında muhabbet kıvamında epey de bir yazı kaleme aldık. Benden beklenmeyen yazılardı aslında.
Ta ki Susurluk’ta Zekeriya Komiserin şehit cenazesine katılana kadar. Zekeriya şehidin hikayesini öğrenene kadar. Arkasında bıraktığı dramı, bölgede yaşanan olayların perde arkasını öğrenene kadar. Ardından bizim Bigadiçli Şehit Hasan Talay’ın Sur’daki çatışmalar da arkadaşını kurtarmak için gösterdiği cesaret sonucu ağır yaralı olarak GATA’da ziyaretine kadar ve Sur’daki hainlikleri öğrenene kadar. Sur’da aynı noktada 20’nin üzerinde evladımızın neden şehit verdiğimizin perde arkasını aralayana kadar. Genelkurmay koridorlarında birilerinin şehitler geldikçe nasıl kahkaha atıp güldüklerini duyana kadar.
O üslubu devam ettiremedim Şükrü dostum. Öyle anlaşmıştık amma…Çünkü Türkiye’nin o zamandan bu yana yaşadıkları uymadı bu üsluba. Keşke anlaştığımız yazı üslubuna uygun olsaydı Türkiye’de yaşananlar. Fakat Türkiye’nin bir dönemine acısıyla tatlısıyla önemli bir şahitlik ettik. Türkiye’nin tarihinde çok önemli bir döneme tanıklık ettik bu sütunlarda. Yaşananların perde arkasına, tehlikelerin bertarafına tanıklık ettik. Türkiye’nin mücadelesine.
Şunu açıkça söylemek gerek. 29 yıllık Ankara tecrübesinin 27 yıllık birikimini bir tarafa koyuyorum. Bu köşe sayesinde 2 yıllık bakış açımı bir kenara koyuyorum. Türkiye’ye dünyaya, iç siyasete dışı politikaya, Türkiye dengelerine, dünya dengelerine çok farklı bakıyor, çok farklı okuyorum artık. Hakikaten Milat’taki yazılarım birçok konuda Milat’ım oldu. Belki bana maddi hiçbir getirisi olmadı. Belki hafta da iki günüm bu yazılar için geçti. Fakat çok şey kattı olaylara bakışıma, dünyayı yeniden okumama.