Muhacirlik dönemi hikayeleriyle büyüdük. Büyüklerimizin dilinden, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” sözü düşmezdi.
Bizim “kültürümüzde” kutsaldır ekmek.
Hangisiydi, Mesut Özil mi Hakan Çalhanoğlu mu? Hani çim sahaya atılan ekmek parçasını öpüp alnına koymuştu da, tüm Almanlar şaşırmış, ne yapıyor bu adam, demişti.
Şaşırmakta haklıydılar.
Nerden bilecekler, “Ekmek Mushaf çarpsın ki” diye yemin ettiğimizi! Kur'ân-ı Kerîm'in yanına ekmeği koyduğumuzu...
Ekmek, emektir.
Yüce Önder (s.a.v) “Yememiştir hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını” buyurmuşlardır.
Helal ekmek elbette emeksiz olmaz.
Hangi siyasal düşünceye, etnisiteye, dine, mezhebe mensup olursa olsun emeği (veya işi) haksız yere elinden alınana kayıtsız kalmak vicdana sığmaz.
Açlık grevleri de nihayetinde “kayıtsız vicdanları” uyarmak için protest bir çıkıştır.
Burda, bu köşecikte, bundan 5 yıl mukaddem (05 Kasım 2012) “Bir insan kendini ifade etmek için son çare olarak bedenini koymuşsa ondan yüz çevirmek vicdana sığmaz…” demiştim.
Ve, şöyle devam etmiştim: “Açlık grevlerini küçümsemek, kınamak da olmaz. Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) 'Kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz' (Tirmizi) buyurmuşlardır…”