Bilenler bilir, bir ara futbol üzerine yazdım; ayıptır söylemesi, umduğumdan çok fazla olumlu tepki de aldım.
Bu yazılardan biri, “Trabzonspor bu taşralılıktan ne zaman kurtulacak?” (4 Nisan 2012, Fotomaç) başlığını taşıyordu.
Onca okur içinden bir kişi de çıkıp, “Huoop! Hemşerim, sen bize nasıl taşralı dersin, sen paşa çocuğu musun?...” falan demedi.
Gerçi…
Söz konusu naçizane yazımda, “taşralı ezikliğe” gönderme yaptıktan sonra, “taşralılık” ifadesinin “taşralı” veya “kentli” olmakla değil, eşya ve hadiselere karşı alınan tavırla alakalı olduğunu bir cümlecikle de olsa belirtmiştim.
Belki de “taşralılık” üzerinden tepki gösterilmemesinde bunun da etkisi vardı.
Şayet böyleyse, futbolsever okurlar en azından okuduğunu anlıyorlar demekti.
Bu da az bir şey değildi.
Birkaç gün evvel bu köşecikte, “Bu kafalarla işimiz zor” başlıklı bir yazı dercettim. Biz işte o dediğin kafalarız, dercesine, öyle tuhaf tepki gösterenler oldu ki, okuduğunu anlamanın çok büyük bir nimet olduğunun künhüne vardım.
Halbuki…
Anlaşılmayacak bir şey yoktu. Zaten 2010 yılından itibaren az çok her fırsatta değindiğim konulardı.