Her şeyin temeli adalet. Allah adildir ve adil olanları sever. Bu "kıymet hükmümüz" de kimsenin paşa gönlüne bırakılamaz, "evrensel hukukla" kaimdir.
Haliyle, adalet konusunda eleştiri kimden gelirse gelsin ihtimam gösterilmeli, haklı eleştirilerin gereği de behemehal yerine getirilmelidir.
Malumunuz, geç gelen adalet, adalet değildir. Adaletin olmadığı yerde sadece zulüm vardır. Gelir adaleti de buna dahildir. Biliyorum, zengini daha da zengin yapan küresel kapitalist finans sistemi, doğası itibarıyla buna engeldir.
Lakin, biz elimizden geleni yapmakla mükellefiz.
En büyük adaletsizlik de gerçekleri çarpıtmak, tersyüz etmektir. Gerçeklerin algılara mahkûm edilmesine göz yummaktır.
Dün bu köşecikte dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım:
Gerçekleri tersyüz etmenin sonu hainleri kahraman, kahramanları da hain görmektir.
28 Şubat sürecinde Fadime Şahin'li algı kampanyaları üzerinden "dindarlar" baskılandı. "Atatürkçülük" ve "laiklik" adına yaz aylarında çocukların Kuran öğrenmeleri yasaklandı. O derece ileri gittiler ki adı lazım değil bir paşa, içinde "ezan" ve "şehadet" kavramları geçiyor diye İstiklal Marşı'mıza dil uzattı.
Dönemin genelkurmay başkanının dediğine göre 28 Şubat bin yıl sürecekti, ne oldu?
FETÖ, 28 Şubat'ın millette açtığı yaraları araçsallaştırarak çok geçmeden işbaşı yapmadı mı?
Yoksa millete rağmen Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un eline kelepçe vurabilirler miydi?
Dikkatle bakın, bir daha bakın; 28 Şubat'ın gizli elleriyle FETÖ'nün ellerinin aynı merkezde birleştiğini görürsünüz.
Sonuç itibarıyla, 28 Şubat'ta "Atatürkçü sosyoloji" ne kadar kullanılmışsa, FETÖ'nün arzı endam ettiği dönemde de "dindar sosyoloji" o kadar kullanılmıştır.