Bugünkü yazı yolcuğumuz biraz kısa olacak. Çünkü dün gece gördüğüm rüyanın etkisinden hala kurtulabilmiş değilim.
Dehşetti.
Allah düşmanımın başına vermesin.
Ne mi gördüm?
Aslında rüya anlatmayı da dinlemeyi de hiç sevmem ama belki anlata anlata etkisinden kurtulurum, ne bileyim…
Dün gece her zamanki gibi sahurumu yaptım, sabah namazından sonra da yattım.
Aha yine tüylerim diken diken oldu. Gerçekten dehşetti. Böyle rüya olmaz olsun.
Hayır, ortada “bilinçaltı”lık bir durum yoktu.
Zira rüyada gördüğümle alakalı herhangi bir mevzuyu gün boyu konuşmadım.
Rüyamda son derece alakasız konular düşünmüştüm.
Mesela, toplumsal barış adına ne yapılabilir diye aklımdan geçirdim. Sözgelimi Soner Yalçın'ın papyonunu Cübbeli Ahmet taksa, Cübbeli Ahmet'in de cübbesini Soner Yalçın giyse diye hayal ettim. Lakin üzerinde durmadım, güldüm geçtim.
Hülasa, bilinçaltımda herhangi bir sorun yoktu.
Bir iki filme baktım, ne ki ikisini de yarıda bıraktım, birkaç öyküye de göz gezdirdim. Ama hepsi de kasvetten uzak, neşeli şeylerdi.
Yaklaşık otuz yıl evvel okuduğumda acayip etkilendiğim Franz Kafka'nın “Dönüşüm”ünü okusaydım hadi neyse.
Mezkur öykünün kahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur ya yatağında, ben de o misal, kendimi rüyamda “dönüşüme” uğramış olarak buldum.
Dehşet dediğim de buydu zaten.