Ecevit'in ifadesiyle “Batılı dostlarımız,” Suriye'ye acil
müdahale etmemizi istiyorlardı; ABD Dışişleri Bakanı Kerry de,
Türkiye'nin kulağına “karadan girin” diye habire üfürüyordu.
“The Cemaat” yazarlarından Cengiz Çandar'a kadar dünün “yandaşları”
günümüzün “muhalifleri” de, bu “üfürüğün” taşıyıcılığına
soyunmuşlardı.
Hatta, Çandar, “Reyhanlı katliamını” bile “maliyet” olarak
nitelendirecekti.
“Batılı dostlarımızın” maksadı, Türkiye'yi, tabiri caizse, ofsayda
düşürmekti. Saddam'ı Kuveyt'e sokan tuzağın başka bir versiyonu söz
konusuydu.
O dönemde bu tuzağı görenlerden biri üstadımız Sezai
Karakoç'tu.
Evet, bu bir tuzaktı. Bunu da bu köşecikte onca hakarete ve tehdide
rağmen dile getirmeye çalıştım.
Şimdi tam bir tuzağın ortasındayız.
Suriye'nin sıkışınca “Kürt kartını” devreye sokacağı hiç sürpriz
değildi. Öyle de oldu.
İran'ın “kırmız çizgimiz” dediği Suriye'ye aktif olarak müdahil
olacağı belliydi. O da oldu.
Bütün bunlar olurken, İsrail terör devleti çıt çıkarmıyordu.
Dahası, Netanyahu, kabinesine, “sakın ağzınızı açmayın” talimatı
veriyordu.
Çünkü İsrail için işler tıkırındaydı.
Çünkü, Müslümanlar kendi aralarında savaştıkça İsrail
kazanacaktı.
Olanlar oldu: Moskova'da Putin, Netanyahu ile görüştükten, İsrail'e
güvence verdikten sonra Rusya, Suriye'ye indi.
Bu aynı zamanda şu demekti: Rusya, Suriye'ye ABD'ye rağmen
inmedi.
Yani…
Sadece açıktan ihtilaflı olduğumuz ülkelerle değil ittifak içinde
olduğumuz çevrelerle de karşı karşıyayız.
İbrahim Karagül'ün işaret ettiği gibi Suriye'deki çatışmayı,
Türkiye'ye servis ediyorlar. İç savaş provaları, hendek terörizmi
bunun göstergesi.