İşyerlerimiz ayrıydı ama her gün birlikteydik. Ahmet
Kekeç kardeşim Fatih'te haftalık bir
dergi çıkarıyordu, benim de yayınevim vardı.
Ahmet'in dergisindeki makaleler daha çok siyasi içerikliydi. Benim
bastığım kitaplar da öyleydi.
Lakin, muhabbetlerimizde siyaset pek yer kaplamazdı. Sanat,
edebiyat, müzik ve hatta mizahtan söz ederdik.
Henüz 80'li yıllardı, ikimiz de gençtik.
Ahmet daha çok romanla hemhal oluyordu, ben sinemayla... Hiç
unutmam, bir akşam içinde Joyce,
Faulkner, Kiyarüstemi,
Tarkovski falan geçen bir sohbetimizin ardından
Okay Temiz'in "Derviş" albümünü teybe koymuştuk.
Saba makamında sabah ezanını dinlerken de mest olmuştuk.
Birden acayip bir ses duyduk:
"Ezanla dalga geçiyor zındık... Bunların
katli vaciptir..."
Kalakaldık!
"Lan bu nedir?"
Döndük baktık; uzun kara sakallı, cübbeli bir zatı muhterem...
Ne zaman dergiye geldi, nasıl yanımıza kadar sokuldu? Hangi ara
dinletiye kulak misafiri olup da şappadak fetvasını verdi?
Dahası kimdi, neyin nesiydi; okur...