Diyeceksiniz ki memleket müstevli kuşatması altında, ve Ortadoğu fokur fokur kaynıyor, şu sendeki derde bak.
E tabii, derdimi, Cübbeli Ahmet sanırsanız, yerden göğe kadar
haklısınız.
Halbuki fakir de sizinle aynı dertten muzdaribim.
Lakin felaket yoruldum.
Hayat kaç yıldır bitmez tükenmez korku filmi gibi akıyor, farkında
değil misiniz?
Gerilim gerilim, de, nereye kadar.
Sizi bilmem ama benim bünyemin istiap haddi sınırlı, daha fazlasını
kaldıramıyorum.
Tamam, hayattan kaçmak mümkün değil ama dinlenmek kabilinden şöyle
arada bir “serin sulara" dalmak da mı yasak?
Ben de zaten bunun için, yani, “serin sulara" kendimi atmak için
geçen hafta, “Cübbeli Ahmet'in kafirleri" başlıklı bir yazı
dercettim.
Şimdi diyeceksiniz ki, neden Cübbeli Ahmet de bir başkası
değil?
Çünkü…
Memlekette Cübbeli Ahmet kadar muhabbetli, sevimli, sempatik çok az
insan var. Her şeyden evvel çatık kaş değil.
Hele vaazları!
Ne anlatırsa anlatsın hiç fark etmez; isterse imambayıldı tarifi
yapsın, müthiş “keyif" alırım.
Arabamın radyosu da Lalegül FM'e ayarlıdır. Cübbeli Ahmet'in vaazı
denk geldi mi, seyahatte başka bir şey istemem. Bazen çocukların,
“şarkı türkü olsa hadi neyse baba, aynı vaazı neden tekrar
dinliyorsun" diye itiraz ettikleri olur, hiç aldırış etmem, ben
keyfime bakarım. (“Keyif" dedim diye, Cübbeli Ahmet'i Cem Yılmaz'a
benzeten münasebetsizler yanlış anlamasın. Öyle “gülmece /
yarılmaca" keyfini kastetmiyorum. Ayrıca, Cem Yılmaz'a da hatta
hiçbir fıkraya da gülmem. Daha doğrusu, beni güldürmek isteyen
hiçbir şeye gülmem. Ben güleceğim malzemeyi kendim çıkarırım.)
Gelgelelim…
Okur makulesi serinlik merinlik bırakmadı.
Neymiş efendim söz konusu naçizane yazımda, “Cübbeli Ahmet
Hocamızın (kaddesallahu sirruhu) tekfir radarına yakalandın mı
kurtuluşun yok…" demişim.
Cübbeli Ahmet'e “kaddesallahu sirruhu" nasıl dermişim.
Hâşâ, o müşrikmiş.
Bunun için de bir konuşmasına link atan mı dersiniz, peş peşe tweet
atan mı dersiniz, gırla gitti.