Cübbeli Ahmet Hocam ile (o kendi televizyon kanalı Lalegül
TV'den, fakir de bu köşecikten) “hasbihal” ediyoruz.
Lakin, bir okur, aranızda su-i tefehhüm var galiba, tez elden
giderilir inşallah, demiş.
Yok aramızda yanlış anlama, “kötüye yorma” falan.
Dinlemediğiniz için bilmiyorsunuz; Cübbeli Hocam (k.s.) söz konusu
sohbetinde, Salih Tuna gelir çayımızı çorbamızı içer, diyor.
(Hocam, mümkünse tarhana olsun.)
Demek ki aramızda muhabbet var.
Kaldı ki, benden yana zaten yanlış anlama olmaz; haddimi bilir,
Cübbeli Hocamdan nasibimce feyz almaya çalışırım.
Tabii ki her sözden de feyz almak mümkün olmuyor, kimi zaman
mecburen fehmetmeye çalışmakla yetiniyoruz.
Fehmedemediklerimizi de Hocamızın hoşgörüsüne sığınarak
“edebimizle” sormak isteriz.
Zira, Yunus'umuz, “Gezdim Halep ile Şam'ı, eyledim ilmi talep /
Meğer ilim bir hiç imiş, illa edep illa edep” demiştir. (Tuğrul
İnançer Hocamız da, “Edep, Allah nazarında amelden üstündür”
buyurmuşlardır.)
Demem o ki, sormak istiyoruz, ama, edebimizle.
Misal…
Cübbeli Ahmet Hocam (k.s.) bahsi geçen sohbetinde, “Mesela ben
Şii'ye kafir diyebilir miyim? Diyemem. Genel itibariyle… Ama o
derse ki…” dedikten hemen sonra, ne derlerse kâfir olacaklarına
dair örnekler verip, kriteri-ölçüyü dermeyan ediyor.
Yani, Şia'yı kategorik olarak tekfir etmiyor.
Gelgelelim aynı sohbetinde, “Ehl-i Sünnet'in dışındaki bütün
mezhepleri şeytan kurmuştur” diyor.
İmdi, soralım:
Medet, ey ulu sarıklı Hocam, kafam karıştı, nedir bu?
Yanlış anlaşılmasın, mezkur soru dahil, Cübbeli Hocam her sorumuza
cevap verecek diye bir kural yok.
Takdir buyurduklarına cevap veriyorlar zaten.