İstiklal Marşımız, “Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı”
der. Lakin, o pespaye film, değil incitmek, şehitlerimizin
hatıralarına en müstekreh saygısızlığı yapıyor.
Üstelik DAEŞ, PKK ve FETÖ terörüne onca
şehit verdiğimiz bu dönemde.
İsterseniz hülasa edeyim de, az mı söylüyorum çok mu söylüyorum,
kararı siz verin.
Osmanlı'nın son dönemidir.
Ücra bir kasabada tüm erkekler “vatan savunması” için savaşa gidip
“şehit” düşünce, çok geçmeden “şehit eşlerinin” alayı “erkek…
erkek…” diye kıvranmaya başlar.
Kıvranmak ne kelime, hâşâ huzurdan, adeta kudururlar.
“Cinsel açlıklarını” biraz olsun bastırmak için kendilerini göllere
atar, içlerindeki yangını söndürebilmek için türküler
çığırırlar.
Lakin dayanacak takatleri kalmaz. Hemşehrileri olan vezire,
“erkeksizlikten kırılıyoruz, bize devletimiz erkek göndersin” yollu
bir mektup postalarlar.
Vezir, mektubu ağzı kulaklarında okuyunca bir memurunu (Ali
Sürmeli) şappadak “hizmete” koşar.
Söz konusu memur ölen karısının hatırasına öylesine bağlıdır ki
dünya gözüyle hiçbir hatuna dönüp bakmaz. Fakat “hizmet” diye
koşulduğu iş “pezevenklikten” başka bir şey değildir.
Hamal pazarına gidip damızlık 5 erkek seçer. Ne ki bu
hamallar şehit eşlerinin “cinsel açlıklarını” gidermek için
seçildiklerini bilmezler; vatanı savunmak uğruna “hizmete”
alındıklarını sanırlar.
Onun için de kasabaya doğru dörtnala koşarken “tekbir” getirmeyi
ihmal etmezler.