Terör üzerinden AB ilişkilerini veya demokratikleşmeyi veya
başkanlık sistemini tartışmak, her şeyden evvel “algı
operatörlerine” bulunmaz fırsat sunmak demektir.
Agâh olmak zorundayız.
Terörün üzerinden bu tarz “tartışmalara” girmek, terörün hedefini
deşifreye değil, maskelemeye yarar.
Kardeşlerim, PKK terörü vatana, millete, bayrağa, devlete
saldırıdan başka bir şey değildir.
Neocon Michael Rubin kaçtır, “Türkiye bölünecek” demiyor mu; hayli
zamandır “bölünmüş, parçalanmış Türkiye” haritaları havalarda
uçuşmuyor mu?
E'eee, biz daha neyi konuşuyoruz?
Şükür ki şükür, Rubin'lerin açtırdıkları hendeklere “taşeron
teröristleri” düşmüş, aşerdikleri “iç savaş” kursaklarında kalmış,
Suriye'nin kuzeyindeki “terör koridoru” berhava edilmiş, hülasa,
müstevli haritaları ellerine verilmiştir.
Bu ülkede şanlı bir millet yaşadığı da 15 Temmuz'da dosta düşmana
gösterilmiştir.
Şimdi en kahpe, en alçak ve en korkak yöntemle, terörle,
hedeflerine ulaşmak istiyorlar.
Milletin birliğini, vatanın bölünmezliğini, bayrağın inmeyeceğini,
ve milletin hizmetindeki devletin yıkılmayacağını haykırmak aynı
zamanda terörün hedefini deşifre etmektir.
Yanlış anlaşılmasın; elbette terörün arkasında kimlerin olduğunu en
ince ayrıntısına kadar tartışacağız.
Mesela, hiçbir terör örgütünün, arkasında devlet desteği olmadan,
onca yıl ayakta kalamayacağını konuşacağız.
Ve yine, PKK terör örgütüne açıktan açığa silah veren “stratejik
ortağımız” ABD'den bütünüyle bağımsız yeryüzünde hiçbir terör
örgütünün sürgit faaliyet yürütemeyeceğini dermeyan edeceğiz.
Lakin, “terörle mücadele” deyip de Aydın Doğan'ın kıymetlisi gibi
yapmayacağız.
Gün polemik günü değil; birbirimize kulak vermek, kenetlenmek,
hakikati birlikte aramak günüdür, biliyorum.