Lisede okuduğum yıllarda Meydan Parkı'nda yazları garsonluk
yapardım. Tüm garsonlar gibi meşrubat satmak işime gelirdi.
Yalnız, yevmiyemiz hasılata bağlı olduğu için en gıcık kaptığım
kant satmaktı.
Kant mı?
"İmalatı" son derece basitti: Bir çay bardağı sıcak suyun içine
minik bir limon dilimi atıp yanına da şeker koyduğunuzda, bir
bardak kant elde etmiş olurdunuz.
Ücret bakımından çayla aynıydı fakat müşterisi çok farklıydı...
Oldukça yaşlı olan kant müşterileri masaya oturdular mı kalkmak
nedir bilmezlerdi. Hülasa, bir kant içip akşamı ederlerdi. Her
garsonun baktığı belirli sayıda masa olduğu için de yevmiyeyi
direkt etkilerlerdi. Zaten bahşiş diye bir şey kitaplarında
yazmazdı.
Hiç unutmam, bir gün "kant müşterisi" akınına uğramıştım. Sanki
sözleşmişler gibi benim baktığım masalara üşüşmüşlerdi...
Haliyle yevmiyem dibi bulmuş, yüzüm düşmüştü.
Eve dönüş yolunda moralimin neden bozuk olduğunu soran bir
arkadaşa, "Kantçıların baskınına uğradım, sohbetleri bitmek
bilmedi..." demiştim. "Kim onlar, ne konuşuyorlar?" diye sorunca da
"Saf aklın eleştirisini yapıyorlar!.." karşılığını vermiştim...
Arkadaşın "Deli...