Necip Fazıl (aklımda kaldığı kadarıyla)
"Osmanlı aşkını kaybetti ve kaybetti" der.
Çöküşün hülasası budur.
Aşkın bittiği yerde kokuşma başlar.
Aşksız olmaz.
Çilesiz olmaz.
Aşk varsa her dem yeniden doğarsın, senden kimse usanmaz. Aşk yoksa
içten içe çürürsün, haberin olmaz.
Hiç unutmam; Kıbrıs'ta, "Kanlı Noel 1963" filmini çekerken
Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazandığını
öğrenmiş, sevinçten havalara uçmuştuk.
Bunun bir seçim kazanmanın ötesinde büyük bir devrimin ilk adımı
olacağına inanmıştık.
Öyle de oldu...
"Halka hizmet Hakk'a hizmettir" düsturuyla başladı
icraatlarına.
Levent Kırca'nın 93'teki unutulmaz İSKİ skecinde anlattığı "akmayan
suları," dağları delen Ferhat misali aşkla şevkle çalışarak
akıttı.
Çöp dağlarından caddelerinde yürünmeyen İstanbul'a tertemiz bir
çehre kazandırdı.
Kirli hava içeri girmesin diye evlerin pencereleri kapatılıyordu.
İstanbul'u doğalgazla tanıştırdı.
Gezi zekâlılar boş konuşmasın, ağaç falan yoktu; her tarafı
fidanlarla donattı.
Gece yarıları herkes uykusundayken çizmelerini giyip şantiyeleri
teftiş etti. (Şimdi bakıyorum koca bir cadde boyunca 5 aydır
çalışma yapılıyor; esnaf kan ağlıyor, kimsenin umrunda değil.)
Bütün bunları ve daha nicesini İstanbul valisinden merkezi hükümete
kadar olanca engellemelere rağmen başardı.
Efsane böyle başladı ve şehir şehir yayıldı.
Sonra Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı oldu.
Onu buralara halkın muhabbeti, aşkı taşıdı.
Bu aşk da gökten zembille inmedi.
Türkiye'yi, "Güneydoğu'dan toprak satalım borçlarımızı ödeyelim"
denilen günlerden geceli gündüzlü çalışarak bugünlere getirdi.
Emeksiz aşk olmaz.