AK Parti'nin maruz kaldığı krizlerden binde biri başka bir partinin başına gelse bir daha ayağa kalkamazdı.
Gördüğünüz gibi AK Parti dimdik ayakta; lâkin, öteden beri de kriz yönetme sorunu var.
Diyeceksiniz ki, “çelişki” değil mi bu?
Öyle ya, onca kıyıcı krizi atlatan bir partinin “krizi yönetme sorunu” nasıl olur?
Pekâlâ olur, oluyor işte.
Şimdiye değin tüm krizler ilk elde milletin duasıyla, duruşuyla, liderin olağanüstü dirayetiyle atlatıldı, sıra krizin zaman içinde yönetilmesine gelince de kadro ve ehliyet sıkıntısı baş gösterdi.
AK Parti'nin bu sıkıntısı yazık ki müzmin bir hal aldı.
Gelgelelim, 15 Temmuz saldırısı sadece AK Parti'ye yapılmadı. Sayın Erdoğan'ın şahsında tüm Türkiye hedefe koyuldu.
Hülasa, artık bebeler de anladı ki, mevzubahis vatandır, vatanın beka sorunudur.
Madem, FETÖ'nün arkasında “küresel güçler” veya “üst akıl” var diyoruz, cevabı da her daim “üst bilinçle” vermek durumundayız.
Çok şükür öyle de oldu.
Zaten “Yenikapı ruhu” bu bilinçten neşet etti.
Ne ki, “üst akıl” bu bilinci hedef seçmekte hiç gecikmedi. Öncelikle ve ivedilikle PKK'yı yoğun bir şekilde harekete geçirdi.
Gerçi bunda da şaşacak bir şey yoktu. PKK bidayetinden beri “üst akıl” ile gayet uyumlu çalıştı. Mesela, 28 Şubat sürecinde sessizce erketede bekleyerek adeta rol çalmamaya özen göstermiş, çatapat bile patlatmamıştı. 28 Şubat süreci biter bitmez de kanlı eylemlerine yeniden başlamıştı.
Şaşılacak olan PKK'nın tavrı değil, ABD Büyükelçisiyle görüştükten sonra Kılıçdaroğlu'nun ağız değiştirmesiydi.