''Efendim, uyandırdım, kusura bakmayın ama, aldığımız bilgiye
göre Pensilvanya'daki adamımız sabah erkenden...”
“Saatin kaç olduğundan haberin var mı?”
“Efendim, Pensilvanya'daki adamımız, diyorum...”
“Kim kim?..”
“Fetullah Gülen…”
“Yine ne istiyor? Türkiye'ye teslim etmeyiz onu, merak etmesin…
Yatsın zıbarsın embesil…”
“Efendim kendisi teslim olmak istiyor!..”
“Ne, ne? Nasıl yani? Türkiye'ye mi gidecek? Manyak mı lan bu? Ne
içiriyorsunuz oğlum bu adama…”
“Bir şey içirdiğimiz yok efendim…”
“Ne saçmalıyor o zaman… Zaten bütün işleri eline gözüne bulaştırdı?
Hani 15 Temmuz'da iş tamamdı. N'oldu? Uzun Adam o gece kıçı kırık
bir telefonla ağzımıza (…)…”
“Efendim, çok kararlı ama, ille de gideceğim diyor… İsterseniz,
Pensilvanya'daki diğer adamımız onu öldürsün şimdi…”
“Olmaz lan. Senin de öldürmekten başka bildiğin bir b.k yok. Daha
işimiz var onla. Olmaz…”
“Ne yapalım peki efendim?”
“Şöyle yapın… Konuşun, ikna edin… Şey deyin.. Öyle gideceğim
demekle olmaz sayın Gülen, deyin. Burası hukuk devletidir, deyin.
Elini kolunu sallayarak istediğin zaman gidemezsin, deyin… Uydurun
bir şeyler işte yav. Görmediniz mi bizim Biden, Türkiye'de ne güzel
şeyler bulup söyledi. Hele o “mahkeme kararı olmadan Gülen'i
versek, Başkan Obama da suçlu olur” ifadesi neydi öyle. Çok kurnaz
(…) ağızlı…”
“İyi de efendim, Gülen de zaten mahkemeye gidecek…”
“Ne? Ne mahkemesi? Hangi mahkeme?”