Bir kaşıntı bir kaşıntı ki Allah düşmanıma vermesin. Tıp
fakültesinden yeni mezun olan oğlum, "Bir sen değilsin baba"
diyerek kan revan içindeki ayağını gösterince yerimden
fırladım.
Sanki dersiniz yırtıcı bir hayvan ısırmış veya maazallah elim bir
kazaya maruz kalmış. "Korkma baba kaşıya kaşıya böyle oldu"
demeseydi oracıkta sekte-i kalpten gidecektim.
"Doktor halinle sen böyle yaparsan biz ne yapacağız oğlum, yok mu
bunun bir ilacı?" dedim.
"Var ama fayda etmedi" dedi. "Bakkal da sordu biraz önce, ona da
aynı şeyi söyledim!"
Bakkal da mı kaşınıyor demeye kalmadı zil çaldı. Yan komşumuz Rami
Bey kapının eşiğinde "dan" diye feryat etti: "Aman Salih Bey bu
haşerat bizi tüketti, bir yetkiliye ulaşsanız da bir çaresine
baksalar!.."
'Kimseyi tanımam etmem' deyince, "Köşende yazsan bari" dedi.
Ne yazacağım. Semti haşarat istila etti mi yazacağım. Biz mahalle,
semt bilinciyle büyüdük. Semtimize laf getirtmem dedim. Hepsi
birden hayretle yüzüme bakınca, "Zeki Müren'den sebep koca bir
şehrin adını çıkardılar" diyerek kestirip attım.
"Ne alakası var baba," dedi, Trabzonspor fanatiği küçük oğlum. Sen
sus, dedim, daha bir Yusuf Yazıcı'yı elinizde tutamadınız.
Sonra da kaptırıp gittim:
"Bizim zamanımızda öyle değildi. Ali Kemal Denizci ağlayarak gitti
Fenerbahçe'ye. Trabzon'da protesto yürüyüşü yapmıştık. Dozer Cemil
karısının bileziklerini satıp takımın deplasman masraflarını
karşılamıştı. Hami Mandıralı Trabzonspor'dan alacağı ücretin 4
katını Galatasaray, 6 katını da Cem Uzan'lı İstanbulspor teklif
ettiği halde kulübünde kalmayı tercih etti. Yoldan geçen hiç
tanımadığı iki yaşı kadın, "Oy kurban olayım uşacuğuma, gel sana
bir kıymak yapayım" deyince, "ben bu insanları bırakıp bir yere
gitmem" dedi. Ünal Karaman dersen zaten paraya minnet etmez, adam
gibi bir adam...Yusuf Yazıcı hayallerini gerçekleştirecekmiş!
Trabzonspor'un alt yapısından yetişen bir futbolcunun Trabzonspor'u
şampiyon yapmaktan daha büyük ne hayali olabilir?.. Şehrin hayal
ayarları bozuldu da bizim mi haberimiz yok?!"
Rami Bey, Fenerli Fenerli yüzüme baktı. Küçük oğlum, "Baba iyi
misin sen?" dedi.
"İyiyim," karşılığını verince endişeyle abisine dönüp, "Bu
haşaratın kaşıntının dışında başka yan etkisi olmadığından eminsin
değil mi abi?" dedi.
Lafın belini daha fazla kırmayalım, sonuçta haşarat saldırısını
yazmadım.
Gelgelelim, iş güç yoğunluğundan günü gününe okuyamadığım köşe
yazılarını arşivden okurken, Beşiktaş / Etiler'de mukim Hıncal
Uluç'un da fena haşarat sokmasından mustarip olduğunu öğrendim.
Sizin anlayacağınız mevzu münferit değildi. Etiler'den Avcılar'a
kadar haşarat kol geziyordu.
Hıncal Uluç şöyle diyordu: "İstanbul'un 'Her şey çok güzel olacak'
diyen, tatilini de yapıp dönen yeni Belediye Başkanı'nın görevi
değil mi, tüm kenti saran bu felaketle ilgili açıklamalar yapmak,
İstanbul halkına tavsiyelerde bulunmak.. Ve o uçan haşerelerle en
çağdaş savaşa girişmek!./ Gık yok!.." Haşarat neyse de, "Erdoğan
takıntılı tarikat" müritlerini ne yapacağız bilemiyorum.
Bunlardan biri olan eski bir arkadaşa dün Kariye'de rastladım. Laf
dönüp dolaşıp haşarata gelince, "Bu sinekleri akepe gizli bir
bataklıkta üretip İstanbul'a salıyor. İstanbul'u kaybettiler ya,
seçmeni cezalandırmak istiyorlar..." dedi. Yok, şaka yapmıyordu
gayet ciddiydi. Deli de değildi, saygın bir mesleği vardı.
Gündüz gözüyle 15 Temmuz işgal girişimini "tiyatro" tesmiye eden
veya "S- 400'leri Sarayı korumak için alıyorlar" diyen muhalefetin
sıradan bir seçmeniydi. Baktım olacak gibi değil, "Haklısın" dedim,
"Bak, Saray'da hiç kaşıntı yok. Tabi almışlar sineklere karşı S-
400 hava savunma sistemini... Vatandaşı düşündükleri yok ki... Öyle
değil mi?"
Yavaş yavaş muhalif olmaya başladığımı mı sandı bilmiyorum, gözleri
parladı ve aşkla "aynen" dedi.