İlerlemiş yaşına rağmen her daim genç kalmayı başarmıştı; zihni genç, dimağı genç, heyecanı genç, tasavvuru gençti.
Hülasa, kendi ifadesiyle, "kıdemli gençti" Ömer Tuğrul İnançer.
Ben hayatımda onun kadar "muhabbet içre celallenen" kimseyi tanımadım.
Şefkatten neşet eden "fikir öfkesi" sevgi ve muhabbetle maluldü.
Yürürken, otururken, sükût ederken, konuşurken her daim "iman ve aksiyon" adamıydı.
Sesiyle, endamıyla gürül gürül akan kadim bir nehir gibiydi.
O kadar ki, tarihte çok büyük işer başarmış bir milletin son temsilcisi olduğu hissini uyandırırdı.
Hep rikkat üzereydi. Kültür ve irfan sahibi tastamam bir bilgeydi.
Her haliyle bu aziz milletin yarınlarda da "tarihin öznesi" olacağının muştucusu gibiydi.
Onu dinledikçe içiniz umut dolar, "ölüm korkusu" bile kaybolup giderdi.
"İnsan fani değildir, fani olan dünyadır" derdi.
Öyleydi... "Topraktan gelip toprağa giden sadece bedendir. Kul Allah'tan gelip Allah'a gider."
Samimiyet timsaliydi, zerre...