İşaret parmağını hesap sorar gibi havaya kaldırmış fotoğrafına
iliştirilmiş, “ne susuyorsun” manşetine bakar bakmaz, “ulan aferin”
dedim.
Kime mi “aferin” dedim?
Kendi ifadesiyle, “çocukluk arkadaşıma” veya sizin anlayacağınız,
Aydın Doğan'ın amiral organında boy gösteren bir köşe yazarına.
Yeni Şafak'a yapılan silahlı, molotoflu o menfur saldırı karşısında
susanlara “ayar” veriyor zannıyla şappadak öyle bir coştum ki, söz
konusu fotoğrafının yer aldığı internet sitesindeki haberin
devamına bakmadım.
Bakmayınca da, HDP Eş Başkanı Demirtaş'a “ne susuyorsun” diye sitem
ediyor sandım.
Öyle ya…
Hiçbir köşe yazarı, hiçbir partinin liderini onun Demirtaş'ı
parlattığı kadar parlatmamıştı.
Malum televizyon programında Demirtaş'ı, “ey özgürlük…. tüm
insanlar kardeşlerim… terör ne kötü be birader… yaşasın
Türkiyelilik… her şeyin başı düşünce özgürlüğü…” yollu öyle
uçurmuştu ki, “bağlamanın” telleri adeta yanmıştı.
Mezkur seçimlerin akabinde de tam gaz parlatmaya devam etmiş
“ailenizin gözlemecisi” kıvamında, Demirtaş'ın gözlemeli
fotoğrafıyla süslediği bir yazı döşenmişti.
E haliyle, onca parlattığı mezkur parti liderinin (bir zamanlar çok
kısa bir süre de olsa köşe yazarlığı yaptığı) gazetemiz Yeni
Şafak'a yapılan alçakça saldırı karşısında susmasını içine
sindirememesi gayet doğaldı.
Çünkü…
Onca “özgürlük” kelimesi yakan hiçbir insan evladı, “düşünce
özgürlüğüne” dolaysız saldırı anlamına gelen mahut saldırıya sessiz
kalamazdı.
Zaten ben de bu nedenle, “ne susuyorsun” ifadesiyle Demirtaş'a
seslendiğini düşündüm.
Aydın Doğan'ın has elemanının, herkesten önce HDP Eşbaşkanı'na
seslendiğini düşünmemin nedeni, sadece “parlatıcısı” olması da
değildi.
Bir önemli şey daha vardı…
Demirtaş, bir süre önce partisinin bir mitinginde, Yeni Şafak
gazetesine hakaret etmiş, kürsüye fırlatarak yuhalatmış, hülasa,
açık açık hedef göstermişti.
Hedef gösterdiği gazetemiz de molotoflu, silahlı saldırıya
uğramıştı.
“Çocukluk arkadaşımız” bu nedenle de öncelikle ondan tepki
göstermesini bekliyor, “ne susuyorsun” diyordu.