Hali pür – melalimizi, merhum Cemil Meriç'in ifadesiyle
tanımlayacak olursak, “Batı'ya gittik Doğu'ya vardık”
diyebiliriz.
Malumunuz, zaten 3. Selim'den beri hep Batı'ya “gidiyoruz.”
Ne ki, Erbakan'ın “Batı kulüp” diyerek yerden yere vurduğu
“Batılılaşmak” ile “Batıya rağmen Batılılaşmak” aynı şey
değildi.
“Batılılaşmak” bütün kurum ve kuruluşlarıyla Batı'ya adeta
eklemlenmekti; AB'ye girmek de hedefti.
Merhum Erbakan siyasi hayatı boyunca çağdaşlaşma ve modernleşmeyi
eleştiriye tabi tutarak temellük ederken, Batılılaşmaya da hep
muhalefet etti.
Bu nedenle de çoğu kez “hayalperest” olmakla suçlandı.
Hatta, “hayalciliğinden” bahseden Ecevit'e, Meclis kürsüsünden
unutulmaz bir “kapak” yapmıştı: “Hayalciliğimizden bahsettiler.
Teşekkür ederim. Hayal çok kıymetli bir şey… Çünkü hayal etmeden
hiçbir şey yapılamaz. Kendileri de şair oldukları için esasen
hayalle iç içedirler…”
Evet, hayalsiz olmaz, hedefsiz olmaz, ufuksuz olmaz ama
gerçeklerden kopmak hiç olmaz.
Erbakan da sadece “hayal” etmekle kalmadı, İslam Ortak Pazarı veya
“İslam ortak para primi” gibi arayışlara girdi. D 8'le de bir nevi
yola koyuldu.
Bırakmadılar…
NATO'cularla “Süper NATO”cular (günümüzün FETÖ'cüleri) el ele verip
iş yapamaz hale getirdiler.
Daha evvel bu köşecikte, 28 Şubat deyince akla gelen Fadime Şahin –
Müslüm Gündüz kumpasını, FETÖ davasından tutuklu yargılanan eski
İzmir Emniyet Müdürü Sami Uslu'dan eski İstanbul İstihbarat Şubesi
Müdürü Ali Fuat Yılmaz'a kadar “The Cemaatçi” emniyetçilerin
kurduğunu yazmıştım. (10 Ekim 2016, Yeni Şafak)
Lafın düzünü edelim; 28 Şubat, “İSTİKAMET BATI, MARŞ MARŞ…”
demekten ibaretti.
Yoksa nasibimize düşen dipçikti, vasiyetti.